“İş ve Ticaret Hayatında İslam” Toplantısında Prof. Dr. Cengiz Kallek’le Birlikteydik
İş ve Ticaret Hayatında İslam toplantısı, 16 Kasım Çarşamba günü Boğaziçi Konak’ta gerçekleşti.Birçok farklı alandan öğrenci ve mezunun ilgi gösterdiği programımızın konuşmacı konuğu, Prof. Dr. Cengiz Kallek oldu.
Hocamız konuşmasına, Kuran’ın indiği coğrafyanın ayetlerde tarıma elverişsiz (İbrahim 37), ticaret kervanlarının gidip geldiği ve insanların uyuşup kaynaştığı (Kureyş 1-2) bir yer olarak ifade edildiğini; İslam öncesi dönemde tüccarlara sahtekâr olarak bakıldığını ama İslam’ın gelmesiyle ticaretin üretken bir unsur haline geldiğini belirterek başladı.
Hicrî 1. yıldan itibaren Peygamber (sav)’in Mekke’nin girişimcilik ruhunu Medine’ye taşıma gayretinin sonucu olarak, kurallarının yalnızca müslümanlar tarafından belirlendiği bir pazar kuruldu. İslam’ın 4 temelinden bahseden Prof. Dr. Cengiz Kallek, bu dört temel unsuru, iktisadi (Medine Pazarı), siyasi-yasal (Medine’de yaşayan herkesi “bir ümmet” olarak niteleyen Medine Anayasası), sosyal (Ensar ve Muhacir arasındaki uhuvvet) ve dinî eğitim (Suffa Mektebi) olarak sıraladı. Medine Pazarı’nın da üzerine kurulduğu iki temeli de şöyle açıkladı: vergi alınmayacak (hem satıcı hem alıcı için cazibe merkezi olacak) ve sabit bir yer olmayacak (erken kalkan yol alacak ve rantiye sınıfının oluşması önlenecek).
Medine Pazarı’nda denetim amacıyla kurulan İhtisab mekanizmasından da bahseden hocamız, 5 ücretli memurdan ikisinin kadın olduğunu belirtti. Bu memurlardan birinin zaruri durumlarda kırbaç kullandığını ve bu sistemin, günümüzde polislerlerin kullandığı joplara benzeştiğini, hukukun işleyişini pratik hale getirdiğini anlattı.
Faiz yasağı ile gelinen süreçte ise ayetteki (Bakara 275) “Alış veriş de faiz gibidir” diyerek faizi meşrulaştırmaya çalışanların durumunu belirttikten sonra, ticarette de “bu da faize benziyor” diyerek ticaretin kısıtlandırılmasının söz konusu olduğunu, meşhur iğne örneği üzerinden anlattı. İki kişinin aralarında anlaşarak birisinin malı 100’e alıp 110’a -ücretini 1 sene sonra almak üzere- geri satmasının, içerisinde iki ayrı işlemi barındırdığının anlaşılması gerektiğini vurguladı. Tıpkı hülle ile eski eşini nikahlamak isteyen kişinin girdiği risk gibi bu alışverişi yapan kişilerin arasındaki birinci ve ikinci satışı ayrı değerlendirmek gerektiğini, 110’a geri satması beklenen kişinin satış işlemi gerçekleşene kadar bu satışın yalnızca bir ihtimal olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.
Örnek üzerinden devamla, 1 sene sonunda ücretini almayı bekleyen kişinin, ücretini alamaması durumunu da değerlendiren hocamız, bu aşamada benzer bir malı %10 faizle satan başka bir kişinin durumundan bu kişinin durumunun ayrıldığını belirtti. Çünkü kadıya gidilmesi durumunda kadıdan, ödemenin gecikmesi nedeniyle 110 yerine 120 istenemeyeceğini bunun faize gireceğini, hatta kadının alıcının ödeyememesini dikkate alarak ödemede indirim talep edeceğini de vurguladı. Ama burada niyetin çok önemli olduğunun tekrar tekrar altını çizen konuşmacımız, bozuk bir niyetin kazaen (şekil şartlarına göre) meşru olan bir ticareti, diyaneten meşruiyetten uzak hale getireceğini söyledi. Dolayısıyla, Mahkeme-i Kübra şuurunun çok önemli olduğunu sözlerine ekledi.
Şu anki durumda da katılım bankalarının ilk yıllardaki mağduriyetlerinden ders çıkararak, ipotek vs. adı altında cezalar kestiğini söyledi. Önceki dönemde karşılaşılan durumlarda ise, borcunun artmayacağını bilen müşterinin bu borcu ödemeye yanaşmamasının kurumları sıkıntıya soktuğunu belirtti. Hocamız, dinleyicilerden gelen bir soruda, 100bin TL kredi almak isteyen bir kişiye, bir bankanın 130, bir katılım bankasının ise 132bin TL teklif vermesini, katılım bankalarının daha fazla risk almasına ve daha az kazanmasına bağladı.
Peygamber (sav) döneminde de enflasyonla karşılaşıldığı, diyet miktarının deve fiyatları endeks alınarak iki katına çıkarıldığını, sonraki dönemlerde, Mısır ve Irak’ın fethi ve Bizans’a vurulan darbe neticesi elde edilen ganimetlerle enflasyonun %800’lere ulaştığını, cennetle müjdelenen bir sahabenin bile ticaret gemisi sahibi olduğunu vurguladı. Artık dünya ekonomisini kontrol eder hale gelen müslümanların yeni yatırımlar için borç para bulmakta zorlanabildiğini, bunun da Zorunluluk Ahkâmı’nın bir konusu olduğunun altını çizdi.
5000 kişi çalıştıran bir şirketin batması durumunda bu ailelerin mağdur olacağı ihtimalini ve insanca yaşayacağı bir ev sahibi olmak isteyen bir kişinin durumunu sorgulamamızı isteyen hocamız, fetva-takva karşıtlığında takvada üst sınır olmadığını söyledi. Kendi karşılaştığı bir örnekte ise, 100bin TL kredi için 130bin TL teklif veren katılım bankası yerine 120bin TL teklif veren bankanın -müşterinin aradaki farkı ödeyemeyecek durumda olması durumunda- tercih edilebileceği fetvasının da verildiğini ve buna çok şaşırdığını ifade etti.
Yine bir soru üzerine, İslamî yaşamın mümkün olacağı başka yerlere hicret etmenin ancak Peygamber (sav)’in son ana kadarki mücadelesini, arkasından ölüm timleri hazırlandığı güne kadarki sabrını dikkate alarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Sonunda Mekke’nin fethinde putların nasıl kırıldığının ve buna ek olarak, vahyin aşama aşama indirilmesinin de değerlendirmelere katılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Konuşma devam ederken bu anlattıklarının kendi düşünceleri olmadığını ve farklı bakış açılarını ortaya koyduğunun altını çizdi.
Konu ile ilgili kendi düşüncelerinin net olmadığını söyleyen konuşmacımız, toplantının sonuç kısmında şu düşüncelerine yer verdi: Sırat-ı müstakim kıldan ince kılıçtan keskin değil. Kişilerin durumunu, İslâmî kuralların içinde kalma çabası olarak okumak daha doğru olacaktır. Zaruretlerin de biteceği, maslahatların esnetilemeyeceği bir tarafa doğru gidilecek. Tanrıların (putların) öldürüleceği güne giden bir prosedür kullanmalı ve yapılan işler toplumu barışçıl bir devrime hazırlamalıdır.