Aslında Ne Oldu? Programında Mimar Semih Akşeker’i Ağırladık
Gündemdeki konular hakkında entelektüel derinliğe sahip bir tartışma ortamı oluşturmak amacıyla başlattığımız Aslında Ne Oldu? isimli programımızın ilk oturumu 26 Şubat Salı günü gerçekleşti.
“Müslüman, Şehir ve Mimari” başlıklı etkinlikte Mimar Semih Akşeker’i konuk ettik. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık bölümünü bitiren Semih Akşeker, okul hayatında ve 1988’de mezun olduktan sonra başladığı iş hayatında yaşadığı şehre mimari açıdan hiç dikkat etmez, bazı aksaklıklar görse de bunları dillendirmez. Ancak, Akşeker için 1995 yılında bir Türk firmasıyla çalışmak için gittiği Almanya’nın Berlin şehrinde bulunan kasabayı görmesi adeta bir milat olur. Çünkü gece ulaştığı Berlin’in 50 kilometre doğusundaki bu kasabanın mimarisi, hayranlık uyandıracak kadar güzeldir. Evleri müstakil ve genelde tek katlı, meyve bahçeli olan kasabada, yollarda asfalt yerine parke taş kullanılmıştır. Tanıklık ettiği görüntüler aslında Semih Bey’e Türkiye’nin 60’lı 70’li yılarını yani çocukluğunu hatırlatmıştır. Önceleri gördüğü manzaranın sadece bu bölgeye has olduğunu düşünen Semih Bey, daha sonra gezip gördüğünde tüm Orta Avrupa ülkelerinin genelinde bu tablonun hakim olduğunu görür. Türkiye’ye döndüğünde artık yaşadığı şehre mimari açıdan bakmaya ve bununla ilgili olarak araştırma yapmaya başlar. 15 yıldır okuduklarından edindiği kanaatlerle iki kitap yazan Akşeker, değerli fikirlerini bizlerle paylaştı.
Semih Akşeker, ilk apartmanların 1800’lerde İngiltere’de sanayii bölgelerinde, sanayici kapitalistler tarafından, fabrikalardaki işçilerin işe kolayca gidip gelmeleri için yapıldığını ve sadece bekarlar ve işçilere yönelik olarak düşünüldüğünü, apartmanların çıkış noktasının aileler için mutlu, huzurlu bir yaşam sağlamak için değil de sisteme hizmet edecek bir mekân olarak ortaya çıktığını belirtti. Avrupa’da bu anlamda apartmanın geçmişinin iki yüz yıllık olduğunu ve doyum noktasına ulaştığını da ifade etti.
Günümüze gelindiğindeyse işin renginin çok fazla değişmediğini, bunun nedeninin de eskiden sanayicilerin yaptığı apartmanları bugün sermayedarların yaptığını söyledi. Dünyada müteahhitlikten başka hiçbir sektörün bire beş, bire yedi kazandırmadığını belirten Akşeker’e göre apartman sistemi insanların başına gelen en kötü şey… Akşeker’e göre prensipte gecekondular ailelerin yaşaması için en uygun evlerdir. “Gecekonduların hemen hepsinde mutlaka bir bahçe, bir yeşillik vardır. Evler arasındaki mesafe hiç kimsenin birbirini rahatsız etmeyeceği ölçüdedir ve komşuluk ilişkileri bugünün apartmanlarına göre çok daha iyi durumdadır.” diyerek gecekonduların olumlu yanlarını sayan Semih Akşeker, bu evlerin sadece hukuki ve fiziki açılardan sorunlar taşıdığını vurguladı. Ayrıca, “Eğer gecekondulara standart kapı, pencere gibi sabit elemanlar sağlayabilmiş olsaydık çok daha sevimli olabilirlerdi.” dedi.
İki yüz yıllık bir apartman tecrübesine sahip olan Batı’da ilk defa 1940’ta bu binalardan kaynaklanan sorunlar, memnuniyetsizlikler dillendirilmeye başlamıştır. Üniversitelerde araştırmalar yapılır, suç oranlarının apartman bloklarının yoğunlaştığı yerlerde arttığı gözlenir. Fransa’da insanlara hangi evi tercih ettikleri sorulur. Apartmanda yaşamak isteyenlerin sayısı azalmaya başlayınca ilk defa yapılaşma politikaları değiştirilerek yıkımlara gidilir. Fransa’yı takip eden İngiltere’de apartmanlarını yıkıp yerine müstakil evler yapmaya başlar.
Semih Akşeker bizdeki durumu ise “Türkiye ise dünyaya gözlerini kapamış. Alışveriş merkezleri sayısında ve tüketim oranında Batı’yı takip eden ülkemiz, maalesef en önemli konu olan şehirleşme anlamında Batı’yı takip etmemekte, apartmanları dikmeye devam etmektedir. Ben bundan elli yıl sonra yıkacağımız binaları yapmakta olduğumuza inanıyorum. Ben bu konuya bu pencereden bakıyorum.” sözleriyle ortaya koydu.
Batı’da halkın çoğunun kendi evinin sahibi olmadığını, evin sadece bir yaşam alanı olarak görüldüğünü belirten Semih Bey, ülkemizde konuta yatırım, kira geliri, miras ve para çoğaltma aracı gibi çok fazla anlam yüklendiğini söyledi. “Geleneksel mimarimizde evin ismi yuva idi. Yani alınıp satılan bir meta değil bir yuva idi. Ama şimdi hepimiz nereden alırsak alalım o eve bir meta gözüyle bakıyoruz. Biz yaşamayı bilmiyoruz, evi sadece akşam gelinip yatılacak yer olarak görüyoruz. Önce evi bizler yapıyoruz. Ama daha sonra evler bizi “yapan “ konuma geliyor. Yani evlerimiz ve şehirlerimiz karekterimiz üzerinde çok etkilidir. “ diyen Akşeker sözlerine şöyle devam etti: “Mesela bir rezidansta oturan insan ne zaman bir fakirle temas edebilir? Ya da havuzlu, son derece lüks ve akıllı evlerde oturan birinin içinde ne kadar insanlığa hizmet aşkı kalır ? 50 yıl sonraki projeksiyona dikkatimizi çevirelim. Öyle bir şehirde yürüyeceğiz ki her yer site. Site duvarları ve yollar saracak etrafımızı. İnsanlar birbirinden o kadar kopacak ki herkes belirli bir adacıkta yaşıyor olacak. Buradan nasıl bir insanlık doğar?”
Apartmanlar hakkındaki düşüncelerini bu sözlerle ifade eden Mimar Semih Akşeker, daha sonra kendine göre yapılaşmanın nasıl olması gerektiğini anlattı. İnsanın, toprakla, yaşamla bağlantı kurabileceği en ideal yapının müstakil, tek katlı evler olduğunu söyleyen Akşeker, Türkiye’de apartman inşa edenlerin en büyük yalanının, arazi kalmayacağı için bu binaların tercih edildiği olduğuna işaret etti. Akşeker, kendi yaptığı hesaplara göre herkese tek katlı ve bahçeli ev yapılsa bile bunun ülkemiz topraklarının % 1’ini kapsayacağına dikkat çekti..
Sohbetin devamında İslam Mimarisi kavramı üzerinde duruldu. Dinin toplumların mimarisini çok etkilediğini belirten Akşeker, Batı’da Hristiyanlık’ın etkisiyle kasvetli, karanlık kiliselerin inşa edildiğini, Müslümanlar’ın ise, dünyayı geçici görüp önemsemedikleri için camilerini ferah ve geniş tuttuğunu, evlerini de bu çerçevede yaptığını vurguladı. İslam Mimarisi kavramını tehlikeli bulduğunu, bunun yerine Müslüman Mimari denilmesinin daha uygun olacağına işaret eden Semih Akşeker, Osmanlı, Ortadoğu ve Güney Asya ülkelerindeki insanların hepsinin Müslüman olmasına rağmen mimaride farklılaşmalarını buna kanıt olarak gösterdi.
Katılımcılardan gelen soruları da yanıtlayan Mimar Semih Akşeker, Batı’da düzensiz yapılaşmanın çevreye verdiği zararların farkına varılarak yıllar öncesinden çeşitli tedbirler alındığını ve bu zararı en aza indirecek bir tarz belirlendiğini, bizimse bunun çok gerisinde olduğumuzu vurguladı. Akşeker sözlerini “ Bizim, ev ve şehir meselesinde bakış açımız, paradigmamız, asla ve asla kâr, rant, yatırım gibi seküler paradigmalar olmamalı. Bunun yerine, dünyayı hüsn-ü muhafaza dediğimiz, güzel bir surette koruyup kollamak, evlerimizi dünyaya zarar vermeden, ahirete gittiğimizde defterimizde yazanlardan dolayı Allah bize “Toprağı, suyu, sana verdiğim nimetleri niye bu kadar kirlettin?” diye sorar endişesi ile yaşayarak, bakış açımızı buna göre değiştirmeliyiz .” diyerek noktaladı.