Hakim kim; hadim kim?
Hani Hz. İbrahim’i yakmak üzere hazırlanan ateşe, bir küçük güvercin gagasında taşıdığı bir damlacık suyu kanatları yanma pahasına atar da safım belli olsun der ya. Ben de belki o bir damla kadar dahi etkisi olmayacak bile olsa elimden geleni yapma adına, size -ihtimaldir ki- üzerinde hiç düşünmediğiniz bir konuda “ters açı” görüşümü anlatacağım.
Haremeyn’in Hakimi değil, Hadimiyiz (hizmetkarıyız) diyen kutlu soyumuzun o güzel sözünü bugünkü Suudi Kral ailesi de kullanıyor. Çok da yakışıyor, kraliyet titrinin önünde İki Harem’in Hizmetkarı anlamına “Hadim-ul Haremeyn” geçiyor. “Haremeyn” tabirinin Mekke ve Medine’nin birlikte anılması olduğu notunu düşelim ve itirazımızı dillendirelim.
Bölgenin Hadimi, özellikle Rahmetli Kral Faysal’ın başlattığı hareketle ve özellikle yetmişli yıllardan günümüze şahidi olduğumuz bir dolu güzel iş yaptı. Temizlik, hijyen ve fonksiyon anlamında dev projeler hayata geçirildi. Haremeyn kolay temizlenebilir şekilde her tarafı mermerlerle kaplandı. İlk konulan mermerler radyasyonu absorbe edip ısınıyor ve üzerine basanı rahatsız ediyor diye İtalya’dan güneş ışığını yansıtma oranı %98 olan özel mermerler getirildi, ilk konulanlar söküldü, bunlar döşendi. Önce Hacıların güzergahı kısalsın diye tünel yapıldı, tünel faciası olup yüzlerce kişi sıkışarak hayatını kaybedince benzer izdiham tekrar olmasın diye ek tüneller yapıldı. Hacıların en zahmetli ibadeti şeytan taşlamayı kolaylaştırmak için çok katlı yapılanmalar çıkıldı. Üstelik her yapılan da çok güzel işletildi. İki Harem’in temizlikleri hiç aksatılmadı. Tabii bu yapılırken İslam toplumunun Haremeyn’e bakışı da ortama olumlu yansıdı, hatırlayacaksınız, her yıl tekrar edilen İki Harem’in yıllık temizlik işlerinin yapılması ihalesine giren firmalar sadece ve sadece hizmet olsun diye 1 Riyal (yıllık sadece 1 Riyal, yaklaşık 25 yeni kuruş) gibi sembolik tekliflerle işi aldı.
Buraya kadarını keyifle ve işte Haremeyn’e de bu yakışır diyerek, yapılan işlerin hızından nefesimiz kesilerek heyecanla izledik. Ama bu arada, doksanlı yıllarda bir gün baktık ki Kabe-i Muazzama’ya ilk defa bir bina tepeden bakacak şekilde yapılmış, Kral’ın, Hadim’in Mekke-i Mükerreme’deki sarayı inşa edilmiş. Sonra karşı cephede Hilton oteli, derken onun yanındaki Inter Continental göründü ve sonra bir baktık ki dev binalar Kabe-i Muazzama’yı çember altına alıp kuşatmaya başladı. Çoğu Sahabe-i Kiram hatırası eski ve tarihi binalar yıkıldı, yerine dev oteller yapılmaya başlandı. İslam adabını bir kenara bırakan değerlendirmeler ile dünyanın kitle turizmi kuralları egemen olmaya başladı.
Sonra sıradaki, Mekke-i Mükerreme’deki Osmanlı Kalesi yıkıldı. Aslında maksat özellikle o kaleyi yıkmak değil, belki yıkanlar çıkardığımız itiraz seslerine rağmen kale yıktıklarının farkında ya da umurunda değildi, maksat bölgeyi ekonomik açıdan rantabl hale getirecek şekilde tepelikleri komple kaldırmaktı. O tepe yerine 5 yıldızlı ve fiyatları dünyanın hiçbir yerindeki 5 yıldızlı emsalleri ile kıyaslanamayacak kadar yüksek bir alışveriş merkezi, otel ve rezidans yapıldı.
Böylelikle, yukarıdaki fotoğrafta (Foto Orhan Durgut) görüleceği üzere Kabe-i Muazzama oldukça yüksek binaların baskısı altında kaldı. Bu bedeli ödeyebilenler artık yürüme mesafesinde çok özel bir yerde kalma imkanına sahipler. Osmanlı adabında Kabe-i Muazzama’nın etrafında kendisinden yüksek hiçbir yapı olmamasına karşılık artık yeni nesil cemaat (haşa) Kabe’ye tepeden bakabiliyor.
Bu kadar ile kalmadı, yıkımlar özellikle bu sene inanılmaz arttı ve neredeyse bütün Harem sahasını sardı.
İş öyle bir yere gidiyor ki artık “bedelini ödeyemeyen” garibanın Harem’e ulaşması, Harem çevresinde ihtiyaç görmesi gibi şansları kalmayacak gibi. Hem eskiye kıyasla daha da uzak mesafelerde kalacak, hem aç kalacak, hem de abdest tazeleme hariç tüm ihtiyaçları için çok uzaklara gitmesi gerekecek.
Ters açıdan bakınca ister istemez akla şu sorular geliyor:
1. Bu Hadim’lerin ümmet arazisine yaptığı AVM, otel ve rezidansların gelirleri acaba hangi Hakim’lere gidiyor?
2. Bu sorudan geçtim, bütçesi mütevazi olan Hüccac, Harem sahasına ulaştığı zaman hangi sosyal alanlardan faydalanabiliyor ve ihtiyaçlarını görebiliyor?
Asıl önemli ikinci soruya kendi gözlemlerimizle cevap verelim veya ötesini soralım:
· Bab-ı Ali önündeki umumi tuvaletler haricinde Harem sahasında ücretsiz kullanılabilecek bir tek sosyal alan var mı?
· Yine Harem sahasında mütevazi, temiz, sağlıklı ve dengeli beslenme içeren yemek yenebilecek bir tek yer var mı?
· Eskiden var olan, düşük ücretli ama bunun yanı sıra sağlıksız koşulları olan konaklama yerlerinin hepsi yıkılıyor. Peki bu bütçelere temiz ve sağlıklı olmasından da geçtim, herhangi bir alternatif üretiliyor mu?
Maalesef Medine-i Münevvere’de de aynı rant felsefesi tıpatıp benzer şekillerde tekrar ediliyor. 3 kutlu mekanının üçüncüsü İsrail işgali altında olan İslam Harem’lerinin birinci ve ikinci sırasındaki Mekke ve Medine Harem’leri, sıfatı Hadim olan Hakim’lerin ekonomik kuşatması ve ablukası altında. Bu ekonomik kuşatmanın sonunda Haremeyn’de ön saflar bile numaralı hale getirilir de gücü yetene satılır diye korkuyorum.
İtirazımıza gerçek Hadimlerin eserlerinden örnek göstererek devam edelim. İşte karşımızda Muhteşem Süleymaniye…
Yukarıdaki resimde külliyenin yerleşim zerafetine ve çevre uyumuna bakınız. Bugünün İstanbul’unun çevredeki çirkin yapılaşmasına rağmen O merkezde hala bir prenses. Ahengi, göz okşaması bir yana asıl önemi de sosyal fonksiyonu..
Şimdi de Rahmetli Ahmet Rasim Selim Surtur Ağabeyimizin tesbitiyle Süleymaniye külliyesinin yerleşim planına bakalım.
Bu yerleşimde dikkat ediniz, Anadolu’dan kalkıp bir vesile ile İstanbul’a gelen vatandaş Süleymaniye’ye ulaşmayı becerirse artık sırtı yere gelmiyor. Orada artık Sultan’ın, Süleyman devri değilse bile Süleyman soyunun misafiri. Tertemiz konaklama, hamam, aş evi, sağlık ocağı, çarşısı, hatta ilim yuvası.. Her türlü sosyal ihtiyacı en temiz ve en ekonomik şekilde, bir çoğu imaret adı altında ücretsiz gideriliyor. Her alanı huzur, güven, birliktelik ve sağlık içeriyor, zaten İslam’ın da ana mesajı bu değil mi.. Peki bu mesajın merkez eksenimiz ve kıblemizde en yoğun şekilde verilmesi gerekmez mi… Dahasını sorayım, Mimar Sinan Hazretleri bizim aciz tesbitlerimize göre bu külliyeyi inşa ederken insanların rahatı ve huzuru için en az 66 faktörü değerlendirirken şimdi iki kutlu şehri neredeyse yeniden inşa edenler İslam ümmetinin ziyaretleri sırasında bırakacakları ranttan başka neyi değerlendiriyorlar…
Sözümüzün özü şu… Bugünün Hadim’lerinin Hadim gibi davranmaları amacıyla Haremeyn’deki yeni yapılanma projelerine itiraz ediyorum. Diyorum ki,
1.Harem’lere birinci derecede yakın olan ve yürüme mesafesindeki alan ümmet toprağıdır. Burada mülkiyet olmaz.
2.En yakın konaklama yerleri adabına göre, temizlik ve fonksiyondan taviz vermeden ama daha mütevazi olarak tekrar inşa edilmeli, gücü yetenlere değil milliyetlerine bakılmadan ve ekonomi hesabı yapılmadan İslam aleminin en yaşlılarına ayrılmalıdır.
3.Haremeyn çevresinde herkesin azami derecede faydalanacağı sosyal mekanlar olmalıdır. Harem çevresindeki yerleşim halkalarında Süleymaniye’de olduğu şekilde yemekhane, hamam, tuvalet, hastane gibi herkesin kullanımına açık, en mütevazi bütçelere uygun veya gönüllü vakıflar ücretsiz tarafından işletilecek örnek derecede temiz, hijyenik, İslam adabına ve tesanüd ilkesine uygun mekanlar olmalıdır.
M. Celaleddin Gökçek
Mak. Müh. 1982