Kamu Sektörü ve Yöneticilik paneli ilgiyle takip edildi
Vakfımızın, İstanbul Ticaret Odası’nın desteğiyle düzenlediği ”Kamu Sektörü ve Yöneticilik” paneli ilgiyle takip edildi. 1 Mart Cumartesi günü İTO Meclis Salonu’nda tertip edilen panele Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Nazım Ekren onur konuğu olarak katıldı.
Vakıf mensuplarımızın, BÜ öğrencilerinin, Milletvekillilerinin ve İTO Meclis üyelerinin rağbet ettiği toplantı vakfımızın sinevizyon filminin izlenmesiyle başladı.
Panelin açış konuşmasını Vakfımız Mütevelli Heyeti Başkanı Tuncay Dinç yaptı. Tuncay Bey panelin amacını aşağıdaki konuşma metniyle aktardı:
“Sayın Bakanım, değerli katılımcılarımız ve konuklarımız…
Boğaziçi Yöneticiler Vakfı ve İstanbul Ticaret Odası’nın işbirliği ile düzenlenen yöneticilik konulu paneller dizisinin ikincisine, Kamu Sektörü ve Yöneticilik paneline hoş geldiniz.
Sayın konuklar,
Paneller dizimize geçen sene yine bu salonda başlamıştık. Birincisinde konumuz Özel Sektör ve Yöneticilik idi. Bu sene de yine aynı işbirliği ile Kamu Sektörü ve Yöneticilik konusunu değerli katılımcılarımızla ele alıyoruz.
Boğaziçi Yöneticiler Vakfı, adı üzerinde, bir vakıf. Ve neden bu işlerle ilgileniyor diye sorulabilir. Şirketler kendi yöneticilerini, devlet de kendi bürokratlarını yetiştirir, herkes kendi sınırları içerisinde sorumluluklarına sahip çıkar ve yöneticilik konusu da böylece halledilmiş olur denebilir. Ancak, şöyle bir gerçek var ki, Boğaziçi Yöneticiler Vakfı bir sivil toplum kuruluşu ve küreselleşme ile beraber sivil toplum örgütlerinin etki alanları ve sorumlulukları da genişlemekte, toplumun bu kuruluşlardan beklentileri de giderek artmakta.
Geleneksel demokrasi anlayışı devleti baz ala gelmişti şimdiye kadar. Yani insanlar demişlerdir ki eğer bir devletin vatandaşları kendilerini yönetenleri seçebiliyorlarsa ve seçtiklerini de denetleyebiliyorlarsa orada demokrasi vardır. Bugüne kadar Türkiye’nin demokrasi macerası da bu mecrada olmuştur.
Lakin artık yönetişim sözcüğü hayatımızda daha fazla yer tutmaya başladı ve geleneksel anlayıştan farklı olarak artık sivil toplum örgütlerinin de giderek daha fazla sorumluluk yüklendiği bir dünyaya doğru yol alıyoruz. Biz de eğer içinde yaşadığımız topluma karşı kendimizi sorumlu hissediyorsak -ki zaten bir vakfın var oluş sebebi de budur- temel ilgi alanımıza giren konularda bir tartışma ortamı oluşmasına, yoğun bir zihnî faaliyet sürecinin ortaya çıkmasına elden geldiğince katkı yapmak istiyoruz, amacımız bu.
Şirketler için olduğu gibi devletler için de en temel stratejik güç, insan unsurudur. Buna hayır diyecek kimse yoktur herhalde. Bu unsurun yeterince geliştirilebilmesi ve kullanılabilmesi ise işte bu uzun zihnî faaliyet sürecinin devamına bağlıdır.
Bir sivil toplum kuruluşu olarak, bir vakıf olarak, bu topraktan aldığını bu toprağa vermeye çalışan Boğaziçi Yöneticiler Vakfı, uluslararası arenada söz sahibi olan ya da olma kapasitesine sahip, ama bizi biz yapan değerleri de sahiplenen; kendi medeniyet havzasının kendisine yüklemiş olduğu sorumlulukların bilincinde, donanımlı ve nitelikli yöneticilerin yetişmesi için bir zemin olma gayreti içerisindedir. Bu kuruluş, öncelikle Boğaziçi Üniversitesi mezun ve öğrencilerini, sonrasında tüm toplumu bu amaca yönelik olarak düşündürme ve odaklamayı, bir kültür atmosferi yaratmayı hedeflemiştir. Bu paneller dizisi de bu hedefe doğru atılan adımlardan biridir.
Vakfımız aynı hedefe yönelik olarak kapsamlı çalışmalar yürütmekte olup, profesyonel yöneticilik sertifika programları, öğrencilere koçluk hizmetleri, her yıl 250’den fazla Boğaziçi Üniversitesi öğrencisine öğrenim bursu desteği ve buna ek olarak sosyal ve kültürel faaliyetler ile yarının yöneticilerine bugünden en yakın şekilde destek vermeye ve sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmaktadır.
Bugün burada bulunanların, hem tek tek birey olarak, hem de hep beraber mensubu oldukları yapıların içerisinde aynı sorumluluğu duyma ve aynı ihtiyacı hissetme konusunda bizimle aynı noktada bulunduklarını düşünüyorum: Yani ülkemizin içinde bulunduğu dinamik ve sıcak coğrafyada toplumumuzun insan kaynakları potansiyelinin geliştirilmesi ve her alanda ihtiyaç duyulan yönetici havuzunun büyütülmesi ve derinleştirilmesi noktası. Bu paneller ile de buna katkıda bulunabilirsek ne mutlu bize.
İlk panelimiz özel sektör üzerineydi demiştik. İkincisi kamu sektörü üzerine. Vakıf mensuplarının mezunu olduğu Boğaziçi Üniversitesi, geçmişte daha çok özel sektöre kaynaklık eden bir kurum olma niteliğini taşısa da bugün giderek artan sayıda mezunumuzun kamuda görev aldığını ve yeni mezun gençlerin kamuda çalışma, profesyonel hayata kamuda başlama konusunda heveslerinin çok daha ileri düzeyler taşındığını görüyoruz.
Bu yeni mezun arkadaşlarımız, zannediyorum ki, akademik dünya ulus devlet kavramının zayıflama sürecinde olduğunu ve globalleşmenin devletin otoritesini paylaştığı bir süreci desteklediğini sürekli dillendirirken, aynı zamanda kamunun bu süreçte daha farklı roller yüklenmesi gerektiğini, kamunun üzerine düşen sorumluluklarının giderek büyümekte oluğunu ve iyi yetişmiş, inisiyatif alabilecek insan kaynağı ihtiyacının da arttığının farkındalar.
Ülkemizde kamuyu yönetenler genellikle kamunun içinden yetişir. Osmanlıda Enderun mektebinden ve askeri gelenek içinden yetişen yöneticiler, imparatorluğun geniş coğrafyasında görev almışlar ve son derece geniş yetkiler ve inisiyatif ile donatılmışlardı. Vaktiyle Acem hükümdarı Şah Abbas’a bilginleri şöyle bir rapor vermişlerdi: “Osmanoğlu padişahlarının bu kadar memleketler zapt etmelerinin hikmeti budur ki vezirlerinden birisi vezir-i âzamlık makamına oturunca istiklal yuları eline verilip saltanat işlerine ondan gayrı kimse karışmaz.” Bugünkü terminoloji ile, yetki devri ve inisiyatif kullanımı. Tabii tanınmış olan geniş yetkiler, aynı zamanda hesap vermeyi de beraberinde getiriyor; başarısız olan yöneticiler cezayı da göze alıyorlardı. 19. yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlının içine düştüğü buhranı ve dağılma surecini en az zararla atlatmaya çalışan ve sanki kırılgan bir buz tabakası üzerinde yürüyen yöneticilerin o dönemde haklı görülebilecek savunmacı bakış açısı Türkiye’nin bürokrasi geleneğini ve bu geleneğin zihnî altyapısını uzun süre derinden etkiledi. Modern dönemde de etkisini sürdürdü bu gelenek. Bugüne geldiğimizde ise küreselleşen dünyanın ve değişen yapıların getirdiği tehditleri algılayabilen ama aynı zamanda tarihin önümüze çıkardığı fırsatları da tespit edebilen ve kullanabilen yöneticilere ihtiyacımız var.
Kendi alanında liderlik kapasitesine sahip ve sorumluluk yüklenebilecek, inisiyatif alabilecek yöneticilere ihtiyacımız var.
İlkelerden ve değerlerden bağımsız, salt maddi donanımı önceleyen bir bakış açısına sahip yönetici modeli değil, ufuk sahibi ve içinde bulunduğu toplumun değerlerini dikkate alan, sorumluluk sahibi bir yönetici modeline ihtiyacımız var.
Bu kapsamda, kamu yönetiminde reform çalışmalarının devamı, ve neticesinde yöneticilere inisiyatif tanıyacak, hesap verebilirliği önceleyen, performans yönetimine dayalı bir sistemin gerekliliği de öne çıkmaktadır. Ülkemizin en büyük, en organize ve tarihsel arkalan olarak en tecrübeli kesimi olan kamu, tarihin sonuna henüz varmadığımız ve hem ülke içi, hem de ülke dışı hareketliliğin hızını hiç kesmediği bir konjonktürde adalet eksenli bir dünya inşası için nitelikli ve donanımlı insan kaynaklarının oluşumuna gereken desteği verme noktasında üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir.
Sanıyorum ki diğer konuşmacılar bu konularda çok daha kapsamlı tahlillerde bulunacaklar. Ben, sözlerime bu noktada son verirken Şeyh Edebali’nin hepimizce bilinen sözünü bir kez daha burada tekrar etmek istiyorum: İnsanı Yaşat Ki, Devlet Yaşasın.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sağlıcakla kalınız.”
Tuncay Dinç’in konuşmasının ardından ev sahibi olarak İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve vakfımız Kurucular Kurulu Üyesi Erhan Erken bir selamlama konuşması yaptı. Erhan Erken, insan unsurunun önemine ve her alanda kaliteli insan yetiştirmenin gereğine dikkat çektiği konuşma metnini bilgilerinize sunuyoruz:
“Değerli bakanım, sayın meclis başkanım, kıymetli milletvekilim, değerli misafirlerimiz ve sevgili öğrenciler, hepiniz Boğaziçi Yöneticiler Vakfı ile ortaklaşa düzenlediğimiz Kamu Sektörü ve Yöneticilik panelimize hoş geldiniz.
Geçen sene de burada bir panel düzenlemiştik: Özel Sektör ve Yöneticilik Paneli. Geçen yılki konuşmamda öğrencilik yıllarımızdaki bir özlemimizi dile getirerek adaletli bir dünya arzu ettiğimizden bahsetmiştim.
Değerlerin adaletli bir şekilde dağıldığı, hem ülkelerin kendi vatandaşları arasında hem de uluslararası düzlemde ülkeler arasında derin uçurumların olmadığı bir dünya… İnsanların ve ülkelerin birbirlerini ezmeye ve yok etmeye çalışmadıkları, aksine yardımlaşma ve paylaşımın daha önemli olduğu bir dünya hayal ettiğimizi ifade etmiştim
Bugün dünya böyle mi? Bu soruya evet demek maalesef pek mümkün değil. Peki, ülkemiz ne halde? İdeale göre hangi noktada?
Son yıllardaki gelişmelere baktığımızda eskiye göre “daha iyi” bir yolda olduğumuzu söyleyebiliriz fakat yeterli bir noktada değiliz. Henüz.
Eskiden yaşlarımız daha gençken, ülkemizin ve dünyamızın sorunlarının çözülmesi konularında sorumlulukları daha yukarılara bir yerlere atabiliyorduk. “Ağabeylerimiz, büyüklerimiz bu problemleri çözmeli” diyerek işin içinden kısmen sıyrılıyorduk.
Bugün artık bizler, yaşlarımız belli bir düzeye geldikten sonra problemlerin çözümünü artık daha yukarılara atamıyoruz. Çünkü sorumluluk noktalarında artık bizler, çevremiz, arkadaşlarımız bulunuyor. Demek ki sorunlarla direkt muhatap olmaya başladık.
Peki, daha güzel bir dünya, daha güzel bir ülke için eskiden de bugün de aynı derecede önemli gördüğümüz hareket noktamız var mı? Evet var.
Bizler, her dönemde insanı merkeze alarak problemlerimizi çözmeyi düşündük. Benden önce söz alan Tuncay arkadaşımın naklettiği gibi “insanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Kurulması düşünülen, planlanan, uygulamaya geçirilmeye çalışılan sistemlerin hepsinin belli bir önemi muhakkak ki vardır. Fakat hepsinden de önemlisi insandır kanaatindeyiz.
Meselenin başı; genel anlamda insanımızın kalitesinin yükseltilmesidir. Buna ilave olarak yönetici seviyesindeki insanlarımızın hem insani özellikler bakımından hem de zamanın gerektirdiği niteliklerle yetiştirilmesi önemli bir meseledir.
Bu noktada kaliteden kastımız; gerek meslekî, gerek düşünsel, gerekse de ahlâkî anlamda iyi yetişmiş insanlardır.
Ülkemiz genç bir nüfusa sahip. Yaş ortalaması son verilere göre 28. 20 milyonun üzerinde genç, eğitim kurumlarında okuyor. Dolayısıyla eğitim kurumlarımıza bu noktada çok iş düşüyor.
Eğitim kurumlarımızın yanında en önemli toplumsal birim olan aileye, mahalleye, özel ve kamusal kurumlara, sivil topluma özetle her kesime büyük iş düşüyor.
Hayat boyu öğrenme kavramının moda bir trend olduğu dünyamızda, son nefese kadar toplumun her ferdi, kalitesini bir miktar daha artırmaya çalışmalı, tüm kesimler, iyi insan ve iyi yönetici yetiştirmeyi kendilerine hedef olarak belirlemelidir.
Biz, İstanbul Ticaret Odası olarak gerek üniversitemizle, gerek inşa ettiğimiz okullarla; araştırmalarımızla, panellerimizle ve toplantılarımızla, sivil toplum kuruluşlarımızla yapa geldiğimiz çalışmalarla, bu konuda üzerimize düşen vazifeleri yerine getirmeye gayret ediyoruz.
Arzumuz, insan unsurumuz gelişsin, yöneticilerimiz ve toplumumuzun önderleri her anlamda yetişmiş ve lider ruhlu kişiler olsunlar, yönetim kültürü alanındaki çalışmalar daha sistematik bir hale gelsin. Böylelikle hem ülkemizin devasa sorunlarını çözelim, hem de insanlığa örnek olalım.
Geçen yıl özel sektördeki durumunu masaya yatırdığımız yöneticilik konusunu, bu yıl kamu sektörü açısından ele aldık. Programı organize ederken kaliteli ve güzel örnekleri seçerek sizlerin önünüze çıktık.
Değerli konuklarımız da bizleri kırmayarak toplantımıza katıldılar ve faydalı olacağına inandığımız bir ortamın oluşmasına katkıda bulundular. Kendilerine huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Neredeyse her alanda lokomotif olan kamu sektöründe kaliteli yönetici faktörünün öneminin altını kalın kalemle çizebilmek ve toplumda bu önemli konuya dikkat çekebilmek en önemli hedeflerimizden bir tanesidir.
BYV’yi böylesi mühim bir konuyu ısrarla ve farklı alanlarda takip etmesini takdire şayan bulduğumuzu da ifade etmek istiyorum… İstanbul ticaret odası olarak BYV gibi faydalı projeleri olan diğer sivil toplum kuruluşlarımızla da ortak çalışmalar yapabileceğimizi bu noktada belirtmekte fayda görüyorum
Toplantımıza katılımınızla bizlere güç kattınız. Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.”
Selamlama konuşması için kürsüye davet edilen İTO Meclis Başkanı Muharrem Keçeli ise kamuoyu önüne konulan mevzuatı uygulayıp masanın karşısındaki insana hizmet vermek zorunda olduklarını dile getirerek şunları söyledi:
"Ne olursa olsun kamu kurumlarını yönetenlerin titiz olmasında yanayım. Avrupa’da da görüyorsunuz İstanbul’da da görüyorsunuz. Bizde kurarlar uygulanmıyor. Anayasa değiştiriyorsunuz en aşağıdaki memur uygulamıyor. En son olayda da olduğu gibi biz liberal demokrasiyi ne kadar ileri götürürsek ülkemiz de o kadar ileri gider".
Panelin onur konuğu Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Nazım Ekren konuşmasında kamu sektörü ve yöneticilik mevzuunun üç beş saatte anlatılacak bir konu olmadığını belirterek “Ekonomi yönetimi geniş kapsamlıdır. Ekonomi, entegre özellik taşıyan bir konudur. Ekonomi yönetiminde temel sorun hatalara tanım yapmamak olur” dedi. İmkân ve kaynak kalitesini arttırmanın, ekonomi yönetimi açısından önem taşıdığını söyleyen Ekren, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Buradaki ana mevzu belirlenen misyonda konuların nasıl bir araya getirileceğidir, bu panelde reelliği sorgulamak önemlidir. “Sürekli büyüme” çok sık tartışılan bir faktördür. Koordinasyon süreci hem uyum hem de sinerji bakımından ciddi bir süreçtir. Ekonomi yönetimi hane halkı ve kamu tarafından önemli ölçüde sübjektif değer taşımaktadır. Liderlik gibi kişisel yetenekler ekonomi yönetimin de önemli bir unsurdur."
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Nazım Erken, mortgage ile başlayan krizi tartışırken, tanımlamaların düzgün yapılmamasından ve ilişki biçimlerinin doğru algılanamamasından dolayı alınacak olan inisiyatiflerin bütün ekonomik ajanlar düzeyinde farklı olacağını dile getirdi.
Ekren, son 5 yılda ekonomik açıdan bir normalleşme ve düzelme sürecinden geçildiğini ifade ederek, bazı önemli hassasiyetler azalırken, ekonominin büyüyerek gelişmesi ve farklı bir platforma gelmesinden dolayı, yeni eşiklerin başına gelindiğini kaydetti.
Başbakan Yardımcı Ekren, kamu sektörünün, tüm il, ilçe ve birimleri kapsayan geniş bir tanıma sahip olduğunu belirterek, ekonomik yönetimde, birey, firma ve devlet kuruluşlarından oluşan ekonomik ajanların bakış açılarının önemine değindi ve ekonomik yönetimin entegre bir konu olduğuna dikkat çekti. Ekren, bir ekonominin başarılı olup olmamasının bazı kriterlerle belirlendiğini anlatarak, "Bir ekonominin performansını belirleyen faktörleri, sahip olduğu imkân ve kaynakların miktarı, bu imkân ve miktarın kalitesi, özel ve kamu sektörünün karşılıklı yönetişimi, ekonomik politikaların içeriği, yön ve şekli olarak sıralayabiliriz" şeklinde konuştu.
-“Ekonominin dönüşümünde uluslararası ilişkiler ağına dikkat edilmeli.”
Ekren, ekonomilerin değişim ve dönüşümünde uluslararası ilişkiler ağında da dikkatli olunması gerektiğine işaret ederek, reel sektörün ve finansal sektörün dışa açılımına da dikkatli bakılması gerektiğini vurguladı. Bir ekonominin performansı hakkında, büyüme işsizlik, enflasyon, faiz, kâr değişken oranlarının bilgi vereceğini dile getiren Başbakan Yardımcısı, diğer göstergelerin ise, bütçe dengesi, cari denge ile kuruluşlar için yatırım ve tasarruf dengesi gibi unsurların yer aldığı makro göstergeler olduğuna işaret etti. Ekren, ekonomik yönetimlerin, kesinlikle etkinliği arayan bir yaklaşım içinde, verimliliğe önem vererek ve aldığı kararın alternatif fırsatlarda ne kadar etkili olacağına bakması gereken bir yapıda olmasının önemini vurguladı.
-"Global sektörde demokratik piyasa ekonomisi kavramı önemli bir yere geldi"
Başarılı bir ekonomik performans için, kredibiliteye de bakılması gerektiğini söyleyen Ekren, kredibilitenin, liderlik kadrosu, kaliteli farklılık oluşturma yeteneği ve yetkinliğin oluşturulması gibi kriterleri bulunduğunu ifade etti. Erken, global sektörde, demokratik piyasa ekonomisi kavramının, tartışılmasının önemli bir yere geldiğini söyleyerek, "Günlük döviz işlemlerinin, 3.2 trilyon doları geçmiş olması, dünya ticaret hacminin 2006 sonu itibariyle 11.7 trilyon dolar olması, kamu sektörü dışı ekonominin, devlet, birey ve firmalar bakımından çok kritik bir rol üstlendiğini gösteriyor" dedi.
-"Küresel krizleri tartışırken doğru analizler yapmalıyız"
Prof. Dr. Ekren, Mortgage krizi gibi küresel krizleri tartışırken doğru tanımlamalar yapmanın önemine değinerek, "Günümüzde mortgage, krizi ile başlayan ve zaman içinde farklı boyutlara ulaşan krizi tartışırken, eğer tanımlamaları düzgün yapmaz, ilişki biçimlerini doğru bir şekilde algılayamazsak, alacağımız inisiyatifler de bütün ekonomik ajanlar düzeyinde farklı olacak ve farklı sonuçlara götürecektir" diye konuştu.
Teorik bilgilerin Türkiye ekonomisindeki somut ifadelerini değerlendiren Ekren, 2007-2013 dönemini kapsayan kalkınma programı, AB müktesebatına uyum programı ve 60. Hükümet programında net olarak vurgulandığı şekliyle bir Türkiye vizyonu üzerinde durulması gerektiğini söyledi. Ekren, bu vizyonun, şu anda ekonomik politikanın üzerinde durduğu ana eksen olduğunu söyleyerek, istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, AB üyelik sürecini tamamlamış bir Türkiye vizyonu olarak tanımladı.
-"Ekonominin farklı bir platforma gelmesiyle, yeni eşiklerin başına gelindi"
Bu ana eksenin uygulama süreçlerindeki durumuna ilişkin olarak 2013’te kişi başına 10 bin dolarlık milli gelir ve 2023 yılında dünya ekonomisinde ilk 10 arasında yer alma hedefi için bazı temel değişkenlere gerek olduğunu belirten Nazım Ekren, bu değişkenleri, rekabet gücünün ve istihdamın artırılması, beşeri ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi, bölgesel gelişme ve kalkınmanın hızlandırılması ve kamu hizmetlerinde kalite ve etkinliğin artırılması olarak sıraladı.
Ekren, son 5 yılda ekonomik açıdan bir normalleşme ve düzelme sürecinden geçildiğini ifade ederek, bazı önemli hassasiyetler azalırken, ekonominin büyümesi, gelişmesi ve farklı bir platforma gelmesinden dolayı, yeni eşiklerin başına gelindiğini kaydetti. “Dolayısıyla hem ekonomi yönetimi olarak hem firmalar olarak bu sürecin, değişim ve dönüşümün, ortaya çıkarttığı sonucu birlikte değerlendirmeli ve tartışmalıyız. Yeni dönemde buna ilave olarak, sosyal restorasyon sürecinin de başladığını ifade etmek gerekir” diyen Prof. Ekren, bunun olabilmesi için mesleki eğitim başta olmak üzere eğitim ve öğretimin kalitesinin uluslararası düzeyde rekabet edecek bir konuma getirilmesi gerektiğine dikkat çekti.
Açılış konuşmalarından sonra verilen aranın ardından programın panel kısmına geçildi.
Panel yöneticisi olan Vakfımız Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş panelin amacını ve kamu sektöründe yöneticiliğin öneminin altını çizdikten sonra ilk sözü Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Doç. Dr. Yusuf Balcı’ya verdi. Balcı, konuşmasında Türk kamu yönetiminin genel olarak merkeziyetçi, kırtasiyeci ve kapalı olduğunu belirterek, gelecek yönelimli değil geçmiş yönelimli, amaç yönelimli değil sorun çözme yönelimli, teşhis yönelimli değil çözüm yönelimli olma gibi olumsuz özelliklerinin geçmişte aşırı büyüme ve merkezileşme ile daha da pekiştiğini aktardı.
Kamu mali yönetimi ve kamu personel rejimindeki sorunların yanı sıra arzu edilen nitelikte bir denetim sistemi de oluşturulamadığına işaret eden Balcı, ”Ancak son yıllarda Türkiye’de yönetim tarzı çeşitli etmenlerin baskısıyla önemli oranda dönüşüme uğramıştır” diyerek, bu çerçevede yönetim yerine “yönetişim” kavramının ortaya çıktığını kaydetti.
Doç. Dr. Balcı, “Bu sorunların ortadan kaldırılması ve Türk kamu yönetiminin reorganizasyonu anlamında son yıllarda çok ciddi adımlar da atılmıştır. Daha doğrusu teşhisler konulmuş olup, kamuda etkinlik, etkililik ve verimlilik için bazı tedbirler geliştirilmektedir” dedi.
Balcı’dan sonra söz alan TMSF Başkanı Ahmet Ertürk konuşmasında kamu sektörü yöneticilerinin her alanda hakkaniyete riayet etmesi gerektiğine vurgu yaparak, her alanda hesap verebilirliğin önemine dikkat çekti. Ertürk bir soru üzerine, “Sanatçı haklarını korumak adına ortaya çıkan bu birliklerin, bu derneklerin topladıkları paraların ne kadarının sanatçılara gittiğini öğrenmek istiyorum” dedi.
Kültür Bakanlığı’nın da bu konuda kamuoyuna açıklama yapmak zorunda olduğunu belirten Ertürk, sözlerine şöyle devam etti: “Telif hakları konusuna girişimiz, bizim medyayla olan ilişkimiz dolayısıyladır. Aslında ben TMSF Başkanı olarak değil, bir vatandaş olarak o piyasanın nasıl çalıştığı konusunda şeffaflık ve hesap verilebilirlik istiyorum. Bu piyasada sahip olduğumuz medya varlıkları dolayısıyla, ödediğimiz milyonlarca dolar paranın nereye gittiğinin hesabını bilmek istiyorum. Bu arada hakkımızda açılan onlarca davanın ve suç duyurusunun neden yapıldığını, bunlar karşılığında tahsil edilen paraların nerelere harcandığını görmek istiyoruz. Bunları bilmek istiyoruz. Sanatçı haklarını korumak adına ortaya çıkan bu birliklerin, bu derneklerin topladıkları paraların ne kadarının sanatçılara gittiğini öğrenmek istiyorum açıkçası.
Ucuz kahramanlıkla bu işlerin altından çıkılmaz
Kendi haklarını korumak iddiasıyla ortaya çıkan birliklerin neler yaptığını açıklamaları için sanatçılara da seslenen Ertürk, "Sanatçıları da, kendi haklarını koruma iddiasıyla ortaya çıkan bu kuruluşlarla ilgili açıkça çıkıp konuşmalarını istiyoruz. Burada tüm kamu kurumlarının bir şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesi doğrultusunda çalışmaları gerekirken, piyasada ortaya çıkan bu kuruluşların bu ilkelere uymamalarını yadırgıyorum. Kültür Bakanlığı’nın da bunlarla ilgili ne denetimler yaptığını, denetimlerden neler çıktığını, hangi aksaklıkları tespit ettiklerini öğrenmek istiyorum. Kültür Bakanlığı’nın da bu konuda kamuoyuna hesap verme zorunluluğu olduğunu düşünüyorum. Ve bunun takipçisi olacağım. Böyle ucuz kahramanlıklar yapılarak bu işlerin altından çıkılmaz. Burada şeffaflık ve hesap verebilirlik lazım" şeklinde konuştu.
T.C. Merkez Bankası Banka Meclisi ve Para Politikası Kurulu Üyesi Dr. İbrahim Turhan konuşmasında demokratik sistemde bürokrasinin gerekliliğine değinirken sistem içerisinde kamu görevlilerinin tutum ve anlayış farkı içerisinde bulunduğunu belirterek hemen her alanda olduğu gibi kamu sektöründe yetkinliğin mümeyyiz vasıf olması gerektiğinden hareketle ilme ve âlimlere değer veren III. Mustafa’nın aşağıdaki beytini aktardı:
Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,
Devleti çerh-i denî verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel’e
Devleti çerh-i denî verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel’e
Dr. İbrahim Turhan Türkiye’deki sistemde kamu sektöründe işlerin/hizmetlerin nasıl yapılması gerektiğinin kanunlar ve yürürlülükteki mevzuat tarafından detayıca tarif edildiğini ama işin pratiğinin nasıl yapıldığına pek bakılmadığına vurgu yaparak aşağıdaki örneği verdi:
“Sizlere bir örnek vereceğim. Şimdi sizin iki ineğiniz olsun. Liberal demokratik sistemde siz inekleri besliyorsunuz, ineklerin ne olacağına komşularınız karar veriyor.
Sosyalist sistemde ineklerinizin geleceğine ineklerinizi elinizden alan devlet karar veriyor. Tavuk çiftliklerinde yetiştirilen tavukları size veriyor; sizin ineklerinizi de tavuk çiftliğindeki insanlara veriyor.
Bürokratik sisteme gelince… Yine iki ineğiniz var. Bakım ve besleme, her şey size ait. Her şey kural altında. Derken, ineklerinizden biri ölüyor. Sonrasında “Sen o ineği niye öldürdün” diye sizi mahkemeye veriyorlar. Avukatla, hâkimle, savcıyla uğraşıyorsunuz.”
Dr. İbrahim Turhan’ın konuşmasının andından panelistler katılımcıların sorularına cevaplandırmasıyla Kamu Sektörü ve Yöneticilik paneli sona erdi.
Panelin konuşma notları önümüzdeki günlerde deşifre edilerek vakfımız yayın organı Boğaziçi Bülteni’nde yayınlanacaktır.
Bu vesileyle panelimize gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ediyoruz.
Selam ve saygılarımızla,
Boğaziçi Yöneticiler Vakfı
Ar-Ge ve Yönetim Bilimleri Komisyonu