Kutlu Yolculuk-8 Yolcuları Döndü…
Bir kutlu yolculuk daha son buldu. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldık her birimiz…
Medine-i Münevvere’nin sokaklarına ilk ayak basışımız, Efendimiz’in (sav) ravzasına giderken otobüste hep beraber getirdiğimiz salavat-ı şerifeler, Mescid-i Nebevi’nin ışıklarıyla aydınlanan o güzel şehre çıplak gözle doya doya ilk bakışımız dün gibi aklımızdayken henüz, kendimizi bir anda İstanbul’un hengâmesinde, iş güç diye koştururken buluverdik.
Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın mezun ve mensuplarının vesile olmasıyla 13 öğrenci olarak ve toplam 47 kişilik grubumuzla kutsal topraklardaydık Ramazan’ın son günlerinde ve bayramda.
Aklımızda ve kalbimizde kalan güzel anılarla, daha gitmek için valizlerimizi toplamaya başladığımızda içimizde yeşermeye başlayan özlem duygusuyla çıktık geri dönüş yoluna. Umre’ye gitmeden önceki zamanlarda birçoğumuz şaşırırdık her yıl Umreye, Hacca giden insanlara… Yalnızca bir görev miydi Umre? Yoksa yolunu bulanın gitmesi gereken bir kutlu sefer mi? Ayağımızın tozuyla İstanbul’a döndüğümüzde hepimizin dilinde aynı dua vardı âminlerle bezeli: “Allah en kısa zamanda tekrar nasip etsin.”
“Kime ki Kâbe nasîb olsa Hüdâ rahmet eder
Her kişi hanesine sevdiğin davet eder” (Nahifî)
Medine’ye varalı henüz yirmi dört saat olmamış, Mescid-i Nebevi’ye bir selam verip, bir teravih namazımızı, teheccüd ve sabah namazını kılıp bizi bekleyen bir diğer kutlu yolculuğun kucağına attık kendimizi… Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nde Kâbe’de olmayı diliyorduk. Kime, kaç yılda bir nasip olurdu böyle bir nimet? İhrama girdik, niyet ettik niyet eyledik Kadir Gecesi’nde Umre yapmaya.
Bir gün içinde Medine’den Mekke’ye gidip Umremizi tamamlayıp gün doğarken tekrar Medine’ye doğru yola çıkmak… Kolay olmayacağını biliyorduk, ama Allah’ın bizimle olduğunu ve eğer bu Umreyi tamamlayabilirsek kalbimizin ulaşacağı o ferahlığı düşüne düşüne aştık yolları. Oruçlu ağızlarla, oruçlu kalplerle getirdiğimiz Lebbeyklerle “Sana geldik Allah’ım!” diye diye bulduk yolumuzu. Kadir Gecesi’nde milyonlarca müslümanla beraber Allah’ın evinin en sevinçli misafirleri olduk.
Kâbe’nin üçüncü katında, Cuma namazını beklerken, güneşin kavurduğu yüzlerimizi ellerindeki termoslardan döktükleri sularla serinletmeye çalışan din kardeşlerimizi görünce kavrulan kalplerimizin, git gide hızlanan kalp atışlarını hiçbir şey durduramazdı artık. Aşk’a geliyorduk… Kâbe’yi ilk defa görenlerimizin sevinç gözyaşlarıyla, ona tekrar kavuşanlarımızın vuslat gözyaşları karıştı birbirine… Tavafımızı ve Sayımızı işte bu aşk ile yaptık. İbrahim Abi’nin yüksek sesle okuduğu tavaf dualarını susuzluktan kuruyan dudaklarımızı kıpırdatarak tekrar ettik. Ardından Fatih Abi’nin gönlünden çıkıp Kâbe’nin duvarlarına çarpıp yankılanan dualarına her birimiz yüreğimizden âminlerle eşlik ettik. Bizim buralara gelmemize vesile olan büyüklerimize ve bize bu güzel topraklarda rehberlik eden ağabeylerimize dualar ederek bitirdik tavafımızı ve sayımızı… Kadir Gecesi’nde ümmetle yapılan bir iftar, arkasından ümmetle kılınan bir teravih derken Mekke-i Mükerreme’de sabahladık. Yorgun ama mutlu, bitkin ama huzurlu bir şekilde Medine’ye döndük.
Medine’de Ramazan’ın son günlerini geçirdik. Mescid-i Nebevi’nin mermerden yerlerine kurulan iftar sofralarında açılan oruçlarımızı unutamayacaklarımız arasına ekledik. Öyle iftar sofrası dediysem, Türkiye’deki zengin ve israfa sebep olan sofralarla karıştırmayın.
Bu sofralardaki zenginlik; hiç tanımadığınız insanların sizin elinize tutuşturdukları bir kutu yoğurt ve bir dilim ekmekte idi. Hurma ve zemzem ise bu muhabbet dolu sofraların olmazsa olmazıydı. Türkiye’deki dostlarımızdan, ailemizden, sevdiklerimizden aldığımız selamları getirdik, ilettik Efendimiz’e (sav)… Allah nefsimizi, neslimizi ve rızkımızı bu topraklardan ayırmasın diye dua ederek veda ettik Peygamberimiz’e ve onun medeniyet getirdiği Medine şehrine.
Mekke günleri de tarif edilemeyecek kadar güzel geçti. İmam Mahir’in arkasında, sağımızda Endonezyalı solumuzda Pakistanlı Müslümanlarla kıldığımız namazları, döndükten sonra nasıl arayacağımızı biliyorduk aslında. O topraklarda ibadetin ne demek olduğunu idrak etmeye çalıştık. Kardeşliği ve Müslümanların kardeş olduğunu hatırladık. Kimi zaman bu kardeşliğin hakkını veremediğimizi düşünerek üzüldük. Kimi zaman ise Müslümanların birbiri arasındaki bu eksik bağları nasıl kuvvetlendirebiliriz diye kafa yorup, dönüşte eyleme dökmeye niyetlendiğimiz planlar içinde bulduk kendimizi.
Bayram’da kalabalığın biraz daha azaldığı Kâbe’de doya doya tavaf etmenin ne demek olduğunu öğrendik. Ve nasıl geçtiğini anlayamadığımız Mekke günlerinin sonuncusunda Kâbe’ye bakarak kıldığımız bir sabah namazının ardından şehirden ayrıldık. Ama veda etmedik Kâbe’ye. Çünkü tekrar tekrar gelmeye niyetliydik, hep böyle dua etmiştik Umre günleri boyunca.
Dönüşte aklımızda anılar, kalbimizde Mekke ve Medine’ye bir daha gelme isteği, çantamızda on gün boyunca kurduğumuz dostluklar… Ve indik İstanbul’a. Sanki bir rüyadaydık. Uçağın tekerleklerinin yere vurma sesiyle irkildik ve sızlanarak uyandık. Şimdi yine içimizin geçeceği ve tekrar böyle güzel bir rüya görebileceğimiz bir uykuya dalmanın hayaliyle dünya uyanıklığındayız.
Allah isteyen herkese bu kutlu yolculuğa çıkabilmeyi nasip etsin.
Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın 8. Umresine vesile olan herkesten Allah razı olsun.