Yazar Nazife Şişman ile Tekno-Bilimin Vaatleri ve Müslümanlar: Nostalji ile Teslimiyet Arasında Söyleşi Programı Gerçekleşti
Yazar Nazife Şişman’ın konuk olduğu söyleşi programımız 21 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşti.
Biyoteknoloji, kapitalizm gibi meselelerde Müslüman bilincinin konumunu konuştuğumuz söyleşide Nazife Şişman, sınırları aşma çabasında olan insanın biyoteknoloji ile bu çabanın yalnızca bedene teksif edildiğini ifade etti. Sözlerinde şu hususlara yer verdi:
Günümüzde biyoteknoloji mükemmel bedenler vadediyor. Dijital teknolojiler ise bedenden azade, makinelere yüklenebilen, bedenden bedene ya da “bulut”a aktarılabilen zihinsel bir varoluşun peşinde. Verilerin, algoritmaların ve sayıların soluk aldığımız dünyayı tanımladığı, şekillendirdiği ve yönettiği bir “metrik kültür” içinde yaşıyoruz. İnsanların dijital desteklerle bedenlerini mükemmelleştirecekleri ya da zihinlerini/hafızalarını makinelere (küçücük bir çipe) yükleyerek bedensiz bir varoluşu tecrübe etme imkanı bulacakları bir gelecek tasavvuru, bilimsel tahayyüle de bilim kurgu dünyasına da şekil veriyor.
Böyle bir gelecek tasavvuru karşısında Müslümanlar, “Batının tekniğini alalım, kendi ahlakımızı muhafaza edelim” anlayışına sığınmaya devam edebilirler mi? “İslam ve terakki” meselesi, tarihsel bir bagaj olmaya devam ettiği için, Müslümanların, son bir kaç yüzyıl ile yüzleşirken “İslam terakkiye manidir” yargısına cevap üretmenin dışında bir tavır geliştirmeleri pek söz konusu olamadı. Böyle olunca da çağdaş teknolojiye teslimiyet, “bilim”le barışık olmanın göstergesine dönüştü.
19. yüzyıl için, dokuma makineleri, tren yolları, silah sanayii vb. sahalarda “Batı”dan gelen bir unsurdu teknoloji. Ama algoritmaların algıları yönetmesinden, organ nakli ticaretine, mahrem bilgilerin veri olarak işlenip pazarlanmasından genetik manipülasyona… karşı karşıya olduğumuz meseleleri, “Bunlar Batı teknolojisinin sorunları” diyerek göz ardı edebileceğimiz bir dünyada yaşamıyoruz. Bizzat “Batı”yı yaşıyoruz. O yüzden çağdaş teknolojinin sorunları, onu ortaya çıkaran “maddi medeniyet”ten kaynaklanıyorsa da içinde yaşamamız hasebiyle bizim sorunumuz. Öncelikle bu gerçekle yüzleşmek gerekiyor. Yüzleşme olmayınca şu iki tavırdan birine teslim oluyor Müslümanlar: Ya “Bunlar hep Batı” deyip kenara çekilme ya da “İslam bilim dinidir” deyip tekno-bilime teslim olma.
Oysa muhatap olduğumuz ve dijital, metrik, ağ, akışkan vb. sıfatlarla tavsif edilen kültür, hem “insanlık” anlayışımızı, hem de hayatı ve ölümü tecrübe edişimizi derinden etkileyip dönüştürüyor. Aşırı teknolojikleşme ve biyoteknolojinin “insan doğası”ndan bahsedemeyeceğimiz bir gelecek tasavvuruna geçit verdiği süreç açısından en büyük tehlike, perspektif yoksunluğudur. Dijital ağların zamanı ve deneyimi amansızca ele geçirdiği ve denetlediği, biyoteknolojinin de uzun ömür vaadine karşın ölümü ve yaşamı ekonomik bir meta olarak kodladığı gerçeğiyle yüzleşmek, helal/haram çerçevesine sıkışan dar bir fıkhî bakışla mümkün olmayacaktır. Felsefi, iktisadi, ahlaki, metafizik…, çok boyutlu bir bakış ve ele alış gerekiyor, ama ondan da önce nasıl bir dünya içre olduğumuzu anlamayı sağlayacak bir tasvir gerekiyor. Zira tasvir olmadan tahlil, tahlil olmadan da teklif yani çözüm söz konusu olamaz. Bu yüzden şikayet cümlelerine değil, olmakta olanı anlayacak keskin gözleme, derinlikli analize ve doğru sorulara ihtiyacımız var.