Erhan Erken: Eğitim düz bir çizgiden ibaret değildir

Vakfımızın Divan Sohbetleri’nin 12’incisi 14 Şubat pazar sabahı İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Erhan Erken’in katılımıyla gerçekleştirildi.

İTO Cemile Sultan Tesisleri’nde biraraya gelen 80’i aşkın Boğaziçi mezunu arkadaşımız bir yandan birbirleriyle hasbihal etme imkânı bulurken diğer yandan Erhan Erken’in “Eğitime farklı bir yaklaşım”  başlığıyla paylaştığı kıymetli fikirlerinden istifade ettiler.

Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ‘98 mezunlarından İbrahim Karataş’ın takdiminin ardından kürsüye gelen Erhan Erken, eğitim sisteminin olması gerekenden daha hızlı gelişmelere sahne olduğunu söyledi. Sürekli olarak yenileşme arayışında olan eğitim sisteminin “karar ve kimlik” sorunu nedeniyle yenileşmeyi kararsızlığa mahkum ettiğinin altını çizen Erken sözlerine şöyle devam etti:

“Bir anma toplantısına hazırlanmak için tekrar göz attığım bir Nurettin Topçu kitabında “milli mektep” olarak tanımlanan bir kavram dikkatimi çekti. Milli mektep “toplumun değerlerini bir sonraki nesle aktaran bir kurum” olarak tarif edilmişti. Düşününce fark ettim ki mirasçısı olduğumuz gelenek, her dönem kendi milli mektebini inşa etmişti. Bu ilk zamanlarda  “Erkam’ın evi” olmuştu, sonraki zamanlarda ise Nurettin Topçu’nun da işaret ettiği gibi medreseler bu vazifeyi ustaca ifa etmişlerdi. Ancak 19. yüzyılla başlayan ve 20.yüzyılın ilk bölümünde kendini ciddi çekilde hissettiren büyük dönüşüm, toplumun gidişini değiştirdi. Birçok değişimin yanısıra harf devrimiyle başlayan dilde yenileştirme çalışmaları toplumsal bir kırılmayı ve kopukluğu da beraberinde getirdi. Bu değişim tabii bir değişim değil zorlanarak, müdahele edilerek oluşturulan bir değişimdi.

Milli mektebin oluşması için gerekli olan birçok alandaki mutabakat, kırılma döneminin bir sonucu olarak kayboldu. Bugün milli eğitimi çıkmaza sokan müfredat, atama, ders materyali gibi teknik problemlerin tamamı esasında bu kırılmayla başlayan bir zihniyet probleminin sonucudur. Bu gün milli mektebimiz nedir sorusuna nasıl bir cevap verilebilir bilemiyorum…

Ben insanların varlığa bakışlarıyla çeşitlendiklerini düşünüyorum. Biz varlığımızı Allah’a imanla temellendiririz. Ancak içinde bulunduğumuz paradigma bize başka bir hayat dayatıyor. Ben, yaratıcısı belli, inanç sahibi, belirli bir bilgi kaynağına sahip ve hayatını bu bilgi kaynağı çerçevesinde geliştiren bir insan tipinin insanoğlunun yaratılış özelliklerine uygun bir tip olduğuna inanıyorum. Paradigmanın bize dayattığı hayatın içinde inandığımız insan tipine erişebilmek için iki farklı yoldan ilerlemek durumundayız. Öncelikle olmak istediğimiz yerle alakalı olarak düşünce, kurum ve ilişki düzeyinde çalışmalıyız. Ancak bunun yanı sıra içinde yaşadığımız paradigmanın gerektirdiği bilgi, düşünce ve faydalı yaklaşımları alarak sistemin içinde varlığını sürdürebilecek kurumlar kurmalıyız. Bir çocuk yuvası ile başladığımız, çocuk kulübü ve bilgi merkeziyle devam ettirdiğimiz ve hali hazırda İstanbul Ticaret Üniversitesi bünyesinde sürdürdüğümüz faaliyetlerimiz hattı zatında az önce bahsettiğimiz bu iki yolu, eğitim sisteminin içine nasıl yerleştirebiliriz sorusunun cevabını aramaktan ibarettir.

1985 yılında açtığımız yuva bünyesinde 3 ila 6 yaş arasında bizim elimize gelen çocuklar için Türkiye’nin ve dünyanın 20 yıl sonra alacağı şekli hesap etmemiz lazımdı. Eğitimci olarak değişkenleri ve sabitleri doğru tesbit etmemiz gerekiyordu. O zaman da tıpkı şimdi olduğu gibi varlık teorimizde, kaynaklarla ilgili kabullerimizde herhangi bir değişiklik olmayacağını biliyorduk. Hangi zamanda olursa olsun bizim dünyamızda en üst otorite Allah’tır, peygamber hayatımızda rehber ve öğretici vasfıyla daima yer alacaktır, ölüm bizim için kabul edilmiş bir gerçekliktir, kul hakkı, cömertlik, diğerkamlık bizim hayatımızda hep var olacaktır, bunlar bizim sabitlerimizdir. Elbette ilme ve düşünceye bağlı olan yöntemsel alanlarda büyük değişiklikler olacaktır. Bizim eğitim sistemimizin bu değişiklikler karşısında kendi değerleriyle karar verecek eksenlere sahip bireyler yetiştirmesi lazımdır. Biz, kurduğumuz eğitim müesseseleriyle kendimiz için önemli olan, “eksen” diye tabir ettiğimiz konuları rutin müfredatın içine dâhil ettik. Mesela 9-15 yaş arası çocukların devam ettiği Bilgi Merkezi’nde Yeşilay Haftası kapsamında israf kavramını işliyoruz, yani Milli Eğitim müfredatına kendi paradigmalarımıza yakın uygulamalar yapmaya çalışıyoruz.

Bizler belirli bir bilinç ve alt yapıya sahip bireyler olarak bu medeniyete en önemli katkımızı “büyük sorulara anlamlı cevaplar” bularak yapabiliriz. “Nasıl bir eğitim?” sorusu aslında “Nasıl bir dünya?” sorusundan sonra gelmelidir.  Bizler potansiyel olarak adaletiyle, ekonomisiyle, siyasetiyle, eğitimiyle bir bütün halinde yeni bir dünya kuracak güçteyiz ancak bunu oluşturma noktasında eksik kaldık. Bu yenidünyayı kurmadan yapılacak bütün çalışmalar sadece “pansuman” vazifesi görecektir. Bizler, dünyanın geldiği seviyeyi objektif bir gelişme olarak ele almayıp farklı bir medeniyetin bize dayattığı bir düzen olarak anlamalıyız. “Bunun dışında bir dünya olamaz mı?” sorusu kritik bir sorudur. Evet farklı bir dünya olabilir, bunu hayal etmeden ne toplumdan ne de eğitimden bahsedemeyiz.

Olması gerekeni oluşturma ve olan içinde çalışma, sorularının cevaplarını ararken tarihle olan bağımızı kuvvetli tutmak işimizi kolaylaştıracaktır. Yazıktır ki bizim tarihle bağlantımız dille olan bağlantımızın koparılmasına paralel olarak zayıflamıştır. Eğitim tek bir noktadan başlayıp giriş, gelişme, sonuç diye giden clear-cut bir konu değildir, paradigma parantezi, tarihi süreklilik gibi bazı parantezleri açmak zorundayız.

Biz yuvada çocuklara olması gereken medeniyetle ilgili sorular sormayı öğretme amacını taşıdık. Bilgi Merkezinde olması gereken kavramları kulüp çalışmalarıyla onlara verme derdindeydik, okul zamanı dışında buraya gelen çocuk, bu faaliyetlerle farklı bir medeniyete belli bir pencere açıyor, içinde bulunduğu medeniyete dair farklı sorular sormayı öğreniyor. Üniversitede ise verdiklerimizi alacak kalitede öğrencileri farklı bir medeniyeti çağrıştıran bir mekânda bir araya getirerek, kendi alanının yanı sıra “olması gereken” hakkında sorular sorabilen hocalarla buluşturmaya çalışıyoruz. Ancak bunu, ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak insanlar yetiştirmekten aciz bir eğitim sisteminin içinde yapmaya çalışmanın sıkıntısını da kaçınılmaz olarak hissediyoruz. Hangi kurumun hangi uzmandan ne kadarına ihtiyaç duyduğunun planlanmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bugün bile Türkiye’nin hizmet sektörüne mi yoksa ağır sanayiye mi ağırlık vereceği belirlenmiş değil. Bizler bu soruları sormak, cevaplar üzerinde çalışmak, uygulama aşamasında teklifler hazırlamak ve bu teklifleri ilgili yetkili yerlere sunmakla yükümlüyüz. Nasıl bir dünya sorusundan yola çıkarak nasıl bir Türkiye sorusunu sormalı ve hayalini kurduğumuz Türkiye için hangi kurumlara, ne tip insan malzemesine ihtiyaç duyduğumuzu belirlemeliyiz. Ancak bunun ardından nasıl bir eğitim sistemine ihtiyacımız var sorusunu sorabiliriz.

Bizler büyük sorular sormakla birlikte cevaplar üzerinde yeterince çalışmıyoruz. Başka bir paradigma içinde bazı soruları paranteze alarak bazılarına parça parça çözümler üreterek devam ediyoruz. Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nda, Bilim ve Sanat Vakfı’nda yaptığımız çalışmalarla büyük resmin bazı  parçalarını tamamlamaya gayret ettik ve ediyoruz ancak bu gayreti toplumun geneline yaymak zorundayız. Bunu yapamazsak bizim bütün gayretlerimize rağmen başka paradigmalardan gelen sorunlar eninde sonunda resmin dengesini bozacaktır. Bir hayal kurmalı, bu hayali projelendirmeli ve uygulanabilir planlarla hayalimizi hayata geçirmeliyiz”.

Program, Erhan Erken’in “halden istikbale” uzanan yolu içtenlikle anlattığı konuşmasının ardından soru-cevap kısmıyla nihayete erdi.

Melike Akkuş-İşletme 2010

Platformunuzu seçin ve paylaşın.