Konak Sohbetimize Doç. Dr. Alev Erkilet ve Hazar Derneği Başkanı Ayla Kerimoğlu Konuk Oldu
23 Haziran Cumartesi günü Boğaziçi Konak’ta ikincisini düzenlediğimiz hanımlara yönelik Konak Sohbeti’nde İstinye Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alev Erkilet ile Hazar Derneği Başkanı Ayla Kerimoğlu’nu dinledik. Kurucular Kurulu Üyemiz Aslı Öztürk’ün moderatörlüğündeki sohbette konumuz son dönemlerde farklı açılardan gündemde yer bulan din, aile ve ahlak kavramlarının kadınlar üzerinden ele alınış yöntemi, kullanılan üslup, bu üslubun toplumdaki algı üzerine etkileri ve üzerinde çok konuşulan “İslam’ın kızı” tartışmalarıydı.
Moderatörümüz “Biz kadın meselesini neden konuşmakta zorlanıyoruz? Neden aramızda, kadınların içinde konuşamıyoruz, neden kadın meselesini daha çok erkekler konuşuyorlar içlerinde? Ve kadın meselesini biz kendi içimizde konuşmaya başladığımızda da neden durduruluyoruz? Neden kadın bazı mecralara hapsedilmiş olarak sadece o alanlarda kadını konuşmak mubahmış gibi görüyoruz?” sorularını yönelterek Alev Erkilet’e ilk sözü verdi.
Konunun bir tabu olduğu tespitine katıldığını belirterek başlayan Erkilet belki bir sessiz baskı, ön kabul yahut doğrudan müdahaleyle bastırılmanın söz konusu olduğunu, dolayısıyla kadın konusu üzerine bizler ne kadar çok çalışırsak, ne kadar çok metin üretirsek ve ne kadar kendi aramızda tartışırsak o kadar faydalı olacağını düşündüğünü ifade etti.
Alev Erkilet şöyle devam etti: “Konumuzu iki başlıkta konuşmak istiyorum. Bunlardan biri kadın meselesinin geleneğin eline terk edilmesi ile alakalı toplumsal arka planı konuşmak istiyorum. İkincisi de bu kadın meselesini toplumsal tabakalaşma meselesiyle birlikte düşünüp ele almamızın hadiseyi çok daha farklı bir boyutta görmemize imkân sağlayacağı kanaatindeyim. Biz konuyu genelde hep toplumsal cinsiyet meselesi bağlamında konuşuyoruz. Ama toplumsal tabakalaşma, eşitsizlikler konusunda bu meseleyi neredeyse hiç ele almıyoruz.
Kadın konusunda hem Türkiye örneğinde hem de sömürgeleştirilmiş İslam toplumları için konuşursak burada özellikle modernleşmeyle birlikte Batı karşısındaki yenilgiler meselesinin önemli bir yeri vardır. Kadın meselesi sadece kadın mevzusuyla sınırlı bir mesele değil, topyekûn bizim modernleşme hikâyemizle alakalı bir husus, makro bir problemin bir ayağı belki. Bununla şöyle bir alakası var. İslam coğrafyası 15, 16 ve 17’nci yüzyıllardan itibaren yavaş yavaş Batı karşısında yenilgilere uğramaya başladıkça biz bu yenilgileri nasıl durduracağız arayışına girdik. Bildiğiniz gibi padişahların kılık kıyafetten başlayarak bir takım yenilikleri yapmaya başlamaları, yapısal, siyasal dönüşüm çabaları vs. ve nihayet Cumhuriyet’in ilk dönemleriyle birlikte bu iş bütünsel bir kültür devrimi haline geliyor ve bugün bizim modern Türkiye diye adlandırdığımız yaşam, bugünkü formunu kazanıyor. Bu dönemde bir şey oldu. İslam kültürü ve İslam geleneği bu sürece yaratıcı bir cevap üretemedi. Üretemediği için çok ciddi bir şekilde içe kapanma eğilimi içine girdi. Burada iki kanat oluştu. Bir modernleşmeciler, dünyanın pek çok ulus devletinde olduğu gibi kadın ve kadın bedeni üzerinden bir modernleşme dayatması gerçekleştirmeye çabaladılar. Müslümanlar da daha çok geleneğin kalıpları içerisinde kalıp bugünkü problemlere yeni özgün bir çözüm üretemeyen, halkı da içine dâhil ediyorum, buna karşı geleneğe sığınma refleksi gösterdi. Bugün bizim yaşıyor olduğumuz problemlerin aslında bu karşıtlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Modernistlerin aslında ta Cezayir’de kadının çarşafını çıkartıp, kadını kamusal alana itmeye çalışan yaklaşımından, Cumhuriyet ilk dönem modernleşmeci seçkinlerinin yaklaşımına uzanan, bu şekilde bir modernist yaklaşım ve onun karşısında da kendi içine kapanan, ama bugünün sorunlarına çözüm üretecek şekilde onu yeniden yapılandıramayan bir geleneksel duruş söz konusu.
Bu aslında tam Toynbee’nin herodyen ve zealot tutum diye adlandırdığı iki şeye tekabül ediyor. Herodyenler Batı’dan gelen her şeyi alalım diyorlar, Zealotlar da diyorlar ki biz Batı karşısında bu şekilde duramayız, bizim yüzde yüz kendi geleneğimize dönmemiz lazım… Ama katılaşarak, onu yorumlayarak değil. Yani şeklî hale getirerek, o şekle yapışarak, ama içini dolduramayarak… Bu sorun aslında halen yaşadığımız karşıtlıklar serisiyle de tamamen kültürel yaşam tarzları üzerinden karşı karşıya gelme noktasına takılan bir sorun. Biz bu sorunu 100 senedir çözemedik. Partiler arasındaki tartışmalar bile hala bu meseleler üzerinden yürüyor.”
ERKİLET: BUGÜNDEN BAŞLAYARAK HEMEN EN KISA ZAMANDA ÖZGÜN BİR İSLAMİ SÖYLEMİN TEMELLENDİRİLMESİ LAZIM.
En büyük problemimizin bizim kendi İslami köklerimize giderek bu meseleyle alakalı kadına dair bir çözüm üretememiş olmamız olduğu kanaatinde olan Alev Erkilet, bizim halen feminizm tartışması ve gelenekçilik tartışması arasında bocaladığımıza dikkat çekti. Bu konuda söylediğimiz şeylerin İslami, Kuranî ya da Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayanan bir şeyler olmadığını, meselenin İslam Tarihi içindeki bir yüzyılda ortaya atılmış bir fetvanın, bir fıkhi hükmün bugün nasıl dayatılabileceği noktasında toplandığına işaret eden Erkilet sorunun çözümüne dair görüşlerini şöyle ortaya koydu:
“Ben sorunun çözümünü şurada görüyorum. Ne gelenek ne modernizm, ne bağnazlık ne feminizm. Ama bunların dışında üçüncü bir saf İslami duruşun inşa edilmesi gerekliliği, zorunluluğudur. Biz bunu iktisat meselesinde de, siyaset meselesinde de söylüyoruz. Ama artık bu kadın konusunda inanılmaz yakıcı bir şey haline gelmiş durumda. Çünkü “İslami duruş” güçlendiği oranda kadının geriletilmesi söz konusu oluyor. Dolayısıyla ben bu meselenin çözümünü önümüzdeki on yıllara terk edebileceğimizi düşünmüyorum. Bugünden başlayarak hemen en kısa zamanda özgün bir İslami söylemin temellendirilmesi lazım.
Hz. Peygamber’in örneğine bakıyoruz, Hz. Peygamber döneminde kadınların toplumsal hayatta yerine getirdikleri faaliyetler nelerdir diye araştırdığımızda, Sahabe hanımların hayatına baktığımızda, kadınlar o dönemde ticaret yapıyorlar, hekimlik yapıyorlar, hemşirelik yapıyorlar, fiili askerlik yapıyorlar, pazarı denetliyorlar, tüccarlık, terzilik, muallimlik, fukahalık gibi işlerde bulunuyorlar. Sayılan işlere baktığınızda kadın toplumsal hayatta her yerdedir. Aktif olarak biatlara katılıyorlardı. Biz 20’nci yüzyılda seçme seçilme hakkını tartışırken, Avrupa sadece üst sınıf erkeler oy kullanıyorlardı. Ama Hz. Peygamber döneminde kadının siyasal temsiline baktığınızda, herkesin kendi adına bir oy kullanabilme hakkı cinsiyete dayalı olmadan daha o tarihte verilmiş bir haktı. Bizim bugün önümüze getirilen kadın tipolojisi Hz. Peygamber ve Dört Halife döneminin kadın tipolojisi değil. Biz Dört Halife sonrası yükselen saltanat dönemlerinin kadına biçtiği kadın modeline muhatap oluyoruz. Demek ki hadis dedikleri zaman hakikaten Hz. Peygamber’in ne yaptığına ve ne yaptırdığına baksak kendi eşleriyle, kendi kızlarıyla, kendi çevresindeki insanlarla ilişkilerini ciddi bir şekilde masaya yatırsak karşımıza çıkacak hikâye bambaşka bir hikâye olacaktır. O dönemde sırf kadın konusuna değil toplumun tüm kesimlerinin doğrudan aktif katılımı üzerine bir yapı kurulmuştur.
Feminist tartışmanın içerisindeki kadını diğer toplumsal kesimlerden ayırıp merkeze koyma tutumu aslında bizde yok. Buna gerek olmamış, çünkü tüm ezilen grupların merkeze taşınmasıyla alakalı bir çaba içerisine girilmiş. Onun için ben diyorum, ne gelenek ne feminizm… Gelenek tabii ki beslenmemiz için bir mecradır. Tarihimizi anlamamız, geçmişte yapılmış olan çözümlerin nasıl üretildiğini anlamamız için, elbette bunlardan ihtiyaç duyacağımız kısmını kullanmamız için çok önemli bir kaynaktır. Ama bu dinin kendisi değildir. Bunu ısrarla vurgulamak istiyorum. Üçüncü bir dil, üçüncü bir yolun inşası mecburiyeti var. Yoksa feminist olmayacağız derken gelenekçiliğe düşüyoruz. Ya da feministliği aşırı bir şeytanlaştırma tutumuna giriyoruz. Bu kadar şeytanlaştırmaya gerek yok. Gayet gerçek toplumsal sorunlara gerçek cevaplar üretilmiştir feminizmde… Serinkanlı yaklaşmak lazım mevzuya. Çünkü Batı’da kapitalizm kadınları en kötü koşullarda çalışma hayatına sürüyor. 18 saat berbat koşullarda kadınlar, çocuklar, erkekler hepsi çalışıyorlar. Ama kadınlar eşit işe yarı ücret alıyorlar. Şimdi bunun mücadelesini vermek haklı bir mücadele değil mi? Elbette hak bir mücadele… Çünkü kapitalizm tamamen bu emeğin sömürüsü üzerinden kendisini güçlendiriyor. Hatta ben bu mücadelenin gayet İslami bir mücadele olduğunu iddia ediyorum.”
Bu noktada diğer konuşmacımız Hazar Derneği Başkanı Ayla Kerimoğlu da katkıda bulunarak şunları ifade etti: “Hocam bu ifade ettiklerinizden hareketle kadın haklarının ve çocuk haklarının Batı’da ortaya çıkmış olması bizim Batıyı yücelttiğimiz bir şey olmamalıdır diye düşünüyorum. Bunun buradaki sömürünün, buradaki arka planın bir sonucu olarak görülmesi lazımdır. Onun üzerinden de bizim kendimize haksızlık etmememiz lazım.”
Moderatörümüz Aslı Hanım, Alev Erkilet’in gerek başka mecralarda ortaya koyduğu ifadeler gerekse sohbetimizde belirttiklerine atıf yaparak şu sözlerle yine sözü Erkilet’e devretti: “Hocam erkeklerin kamusal alana, kadınların özel alana hapsedilmesinin bir burjuva sorunu olduğunu söylüyordunuz. Biz kadın hakları mücadelesini buraya da indirgiyoruz. Sizin söylediğiniz gibi sınıfları da düşünürsek başka türlü mücadele biçimleri lazım orada. Yani kadının çalışmasını biz çok yönlü ele almalıyız.”
Alev Erkilet: “Çok önemli bir konu bu. Yoksunlukları düşünmeliyiz. Özel alan, kamusal alan derken ben, kapitalizmde kadının çalıştırılmasından bahsederken kadının çalışmasının kötü olduğu manasını kastetmiyorum. Kadının çalışmaya zorlanmasının kötü olduğunu söylüyorum. Yani Batı’da kadın mecbur bırakan, mutlak yoksulluk koşulunda çalışmak zorunda kalmıştır. Yani bütün aile çalışıyor 7 gün, 18 saat, hafta ve yıllık tatil olmaksızın çalışıyor ve asgari geçim standardını sağlayamıyor. Marks’ı ortaya çıkaran koşullar öyle hikâye koşullar değildir. “Soğumayan yataklar” denen bir ortamdan bahsediliyor ki, vardiya usulü çalışıldığı için biri kalkıp çalışmaya gittiğinde boş kalan yatağa diğer işçi yatıyor. Ev yok, aile yok, tamamen sıfırı görmüş bir seviyede yaşıyorlar ve toplumsal olarak da daha aşağısı yok. Bizim sosyolojide siyasal, ekonomik ve mesleki tabakalaşma diye toplumsal tabakalaşmayı üçe ayırmamız söz konusudur. Siyasal tabakalaşma dediğimiz zaman yönetenler ve yönetilenleri birbirinden ayrıştıran sistemden bahsediyoruz. Ekonomik tabakalaşma dediğimiz zaman zenginler ve yoksullar arasındaki ayrımdan bahsediyoruz. Mesleki tabakalaşma dediğimiz zaman da saygın işleri yapanlarla saygın olmayan işleri yapanlar arsındaki ayrımı organize eden sistemden bahsediyoruz. Bunlar rastlantısal şeyler değildir. Bir toplumda, bir iktisadi sistemde zenginlerle yoksulları birbirinden ayrıştıran net bir yapı vardır. Bu bazen yoksulu daha yoksul hale getirir, bazen zengini daha zengin hale getirir. Örnek veriyorum asgari ücretin belirlenmesi yahut patronların işçilerine her ay ne kadar para ödemek durumunda bırakılacağı. Bunu belirleyen bir sistem var. Bu sistem açısından baktığımızda tarihsel olarak ve İslam dünyasında kadın iddia edildiği gibi erkekten farklı değil. Kadının net bir şekilde erkeğin altında bir konuma yerleştirildiğini görüyoruz. Bu da çok ciddi bir İslami sorundur. Bize sürekli şunu söylüyorlar, siz farklısınız! Biz farklı olabiliriz, ama ortadaki şey bir farklılık değil, ortadaki şey net bir eşitsizlik sistemi. Bakıyoruz kadınlar yoksul, yoksulluk kadınsı. Ve yoksulların büyük bir kısmı kadın. Yoksul bir ailede de kadın daha yoksul ve daha mağdur. Erkek mesela dışarı iş hayatına gidiyor diye ona göre giyiniyor, ama kadın nasıl olsa evde çocuklarla kalıyor diye onun bir şey giymesi gerekmiyor.
Temizlikçi olarak iş görüşmesine gidebilecek kıyafeti olmadığı için iş bulamayan kadınların varlığı söz konusudur. Sınıf altı, işçi kesimi bile olamamış kesimlerden bahsediyoruz. Bu kesimin içinde kadınlar çok ciddi bir orandadır. Dünya çapında da bu böyledir.
Toplumsal eşitsizlik, sınıflar arası uçurum açısından mesleklere baktığımızda kadınlar ve erkekler farklılıkta değil eşitsizlikte duruyorlar. Farklısınız, size adalet üzerine davranacağız söylemi eşitsizliklerin dini söylem üzerinden meşrulaştırılmasına yol açtığı için tam bir hegemonya oluşturmaktadır. Çünkü bu söylem yapılan muameleyi Allah’ın isteği diye kabul etmemize yol açıyor. Dinin bu tabakalaşmaya bir payanda haline getirilmesine kesinlikle müsamaha edilemez.”
AYLA KERİMOĞLU: ERKEKLERİN KENDİLERİNDEN DE DİNDEN DE SOĞUTACAK BİR ANLAYIŞLA ORTAYA ÇIKMALARININ İSLAM’A FAYDASI OLMADIĞI GİBİ, ERKEKLİK ALGISINA DA ZARAR VERDİKLERİNİ GÖRMEK LAZIM.
Sohbetimizin bu bölümünde sözü Ayla Kerimoğlu’na bıraktık. Kerimoğlu da konumuz “İslam’ın kızı” tabirini güncel pratikleri üzerinden ele aldı.
Kerimoğlu “İslam’ın kızı” ile ne kastediliyor, ne anlatılıyor ve biz bu tabir içinde neredeyiz? Bizler bile bu işin içerisine girmiyorsak kimler giriyor? sorularına cevaplar arayan konuşmasına önce son dönemde gündemde olan kürsü hocaları ve dini kanaat önderlerinin ortaya koydukları “Saliha kadın” kavramını tanımlayan maddelere değinerek başladı.
Kadının kocasına mutlak itaat etme gerekliliğinin bu konuda yorum yapanların ortaklaştığı konu olduğunu belirten Ayla Kerimoğlu şöyle devam etti: “Kadın kocasına mutlak itaat edecek. Bu yorumları görünce biraz da İslam Tarihi bilen biri olarak Peygamber Efendimiz’in hayatı aklıma geliyor. Buna baktığımızda eşlerinin itirazlarını görüyoruz, münakaşalarını görüyoruz. Burada mutlak itaatten ziyade meşru işlerde, doğru olan, hakkaniyete uygun olan konularda itaat söz konusudur. Peygamber Efendimizin uygulamalarında eşlerine danışması onların görüşlerini alması söz konusudur.
Dini kanaat önderleri saliha kadını “Rabbine kulluk etmenin sadece ibadetlerden geçemediğini bilen kadın” şeklinde bir çerçeveye soktukları zaman saliha kadının yapması gerekenler Rabbine kulluk mertebesine çekilmiş oluyor.
Bize sunulan bu saliha kadın kavramının hayata geçirilmesi imkânsız tanımlar içermesinden dolayı, kocaların hanımlarından hep memnuniyetsiz olmaları ve kadınların da bu sebepten hep kendilerini kötü hissetmelerinden başkaca bir sonucu olmadığının anlaşılıp bunun konuşulması gerekiyor.
İslam tanımı için de bu geçerli. Yaşanamaz bir İslam ortaya konuyor. Rahmetinden merhametinden faydalanamadığımız bir İslam… İdealize ettiğimiz bir İslam var ama hepimiz modernize hayatlar yaşıyoruz. Bize sunulan din, bize sunulan kadın imgesi hiçbirimizin içine sığamayacağı kadar dar kalıplar içerisindedir. Hiçbir erkek şunu sormuyor, ben nasıl bir adamım ki karşımda bu kadar mükemmel bir kadın istiyorum. Hangi vasfımla bunu hak ettim? Peygamberimize bile itiraz edilmiş ama size itiraz edilmeyecek! Bunu söyleyen erkek kesinlikle Efendimizin söylediği her şeyi yapan, Allah’ın söylediği her şeye mutlak teslim olmuş ve O’na da itaat eden bir erkek değil.
Biraz evvel Alev Hocam modernite ve gelenek arasındaki gerilimden de bahsetti. Bu adamlar bütün dönüşümleri, bütün kaybettikleri şeyleri kadın üzerinden, kendi eşleri üzerinden kazanmak istiyorlar. Oysaki bu erkekler dışarıda iş yerinde kadınlarla birlikteler, toplumda, kafelerde ve alışverişte birlikteler ve bu ilişkilerinde çok daha rahatlar. Ama kendi eşleriyle olan ilişkilerinde asla böyle değiller.
Bu erkek anlayışı, bu din ve kadın anlayışı bugünün din ve kadın anlayışı olmaya asla müsait değildir. Buradan zımni olarak bizim Müslüman erkeklerin zihniyeti, zihniyet arka planı ve cinselliğe bakışlarından bir erkek prototipi ortaya çıkıyor ki çok fena… Öyle ki bizim arkadaşlarımızdan evlenmek isteyenler artık diyorlar ki bari seküler bir erkekle evleneyim de normal bir hayat yaşayayım. Erkeklerin kendilerinden de dinden de soğutacak bir anlayışla ortaya çıkmalarının İslam’a faydası olmadığı gibi, erkeklik algısına da zarar verdiğini görmek lazım. “
“Bugünkü sorun nedir, onu ortaya koyalım istiyorum.” diyen Kerimoğlu şöyle devam etti: “Saadet Asrı’nda Peygamber Efendimizin kadınları toplumun içine çekmeye, hak ve hürriyetini vermeye, onları toplumda bir birey, bağımsız bir birey yapma çabalarına karşın Osmanlı’nın son döneminde tartıştığımız şeylerin bile o kadar gerisinde bir yerden bakıyoruz ki şu anda… O modernite ve gelenekselleşmenin gerilimi bugün de aynı şiddetiyle yaşanıyor. Sadece Cumhuriyet döneminde değil bugün de… Bir taraftan ben onu da yaparım bunu da yaparım, makyajımı da yaparım, erkekle de tokalaşırım, kafede de otururum, yalnız da yaşarım diyen seküler bir hayatı İslami kamuflaj halinde sunan bir nesil çıktı ortaya…. Bir de bütün bunlardan korkup ürken, ne kadar kadını eve kapatırsa sanki İslam’ı o kadar daha iyi koruyacağım düşünen daha içe kapanmacı bir grup ortaya çıktı. Bu ikisiyle mücadele etmek zorunda olan bizler için inanılmaz dar bir alan kalıyor. Modern dünya seküler tarafı, cemaatler diğer tarafı destekliyor. Biz ise ortada hem feminist olmadan, hem feministleri itip kakmadan hem de İslam’ın ruhu ve referanslarından uzaklaşmadan bir İslami kadın prototipini oluşturalım ve dünyada da var olabilelim diyenler olarak işimiz oldukça zor hale geliyor. Çünkü siz bir şey söylediğinizde size olumsuz örnek olarak seküler bir hayatı İslami kamuflaj halinde sunan bu ben her şeyi yaparım diyenler gösteriliyor. Ya da karşı tarafa bir şey söylediğinizde bu defa da bir takım cemaat mensuplarının uygulamaları, evinden çıkmayan kadın ve o anlayışı ortaya koyan kişiler size örnek gösteriliyor. Bizim yürüdüğümüz yol hepsinden daha zor olduğu için bizim derdimiz biraz daha büyük.
Bu tartışmalar ve kürsü hocalarının bu açıklamaları sosyal medyada çok dolaştığı için herkesin kulağına gidiyor herkes tarafından görülüyor. Bu kişilerin modernizmi bu kadar eleştirirken, teknolojiyi bu kadar yakından takip etmelerini de ayrıca değerlendirmek lazımdır.”
Bu bağlamda Aslı Öztürk de Hazar Derneği kadın çalışmaları komisyonunun yaptığı araştırmalardan hareketle sohbetimize konu olan dini kanaat önderlerinin söylemlerinin tahmin edilenden çok daha fazla takip edildiğini, bu paylaşımlardan ortaya çıkan devasa hareketliliğin çok önemli bir potansiyele sahip olduğuna dikkat çekti. Ayla Kerimoğlu da bu tespite yönelik olarak “Bu adamların kadınla ilgili söylemlerinin bu kadar yaygınlaşması dine bakışlarını da ele veriyor. Bu sadece kadınla ilgili olan kısım değil, din olarak ortaya sundukları şey de oldukça sorunlu. Ve bu insanlar sosyal medyayı çok etkili kullanarak gelecek neslin dini yaklaşımını belirleyen bir süreci de oluşturmaktadırlar. Sürekli radikalleşen bir yere doğru evriliyoruz. Bir tarafıyla dinden uzaklaştırıyor. Dinle hizmet ettiğini düşünen kısım da sürekli radikalleşerek çağ dışı bir anlayış oluşturuyor. Bu iki tarafı da sorunlu hale getiriyor.” sözleriyle görüşlerini ortaya koydu.
ALEV ERKİLET: İLKE ÜZERİNDEN HAYATI İNŞA ETMEYE İHTİYACIMIZ VAR.
Moderatörümüz ve konuşmacılarımızın değerli katkılarıyla gerçekleşen sohbetimizde katılımcı soruları öncesinde çözüm niteliğinde son noktayı Alev Erkilet Hocamız koydu. Erkilet son sözler olarak şunları kaydetti:
“Aslında tüm bu dinlediklerimizi toplumdaki dini anlayıştaki genel dönüşüm süreciyle ilişkilendirmek gerekiyor. Hakikaten en baştan İslamileşmek, Allah’ın ne dediğini dinleyip, bunu kabul edip dini en baştan inşa etmek gerektiği duygusu içindeyim.
Meseleyi kadın erkek ilişkisi bağlamından bir seviye daha atlatarak ele aldığımızda aslında genel olarak dindarlığımızın ne kadar itaatçi bir dindarlığa evrilmeye başladığını görebiliriz. İlke üzerinden hayatı inşa etmeye ihtiyacımız var. İşçinin işverene itaat etmesi gerektiğini düşünüyoruz, halkın yöneticiye kayıtsız şartsız itaat etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Daha doğrusu aklı paranteze alıp işletmemek, beyin gereksiz bir organ olduğu gibi düşünceler içindeyiz… Bence sorun buradadır, salt kadın erkek ilişkisinde değil. Çocuğun anaya babaya itaat etmesini bekliyoruz. Anne babaların çocuğun üzerindeki etkisi, yöneticilerin işçiler üzerinde etkisi, kocanın kadınların üzerindeki etkisi, sorun burada bence…
Peygamber Efendimizin uygulamalarına karşın bizim bu kadar muhafazakârlık, bu kadar seçkincilik, bu kadar merkeziyetçilik, bu kadar hiçbir düzlemde muhalefet edememezlik içinde olmamız O’nun söylediği her şeyin inkârı anlamına geliyor. Dolayısıyla bu meseleyi kadın erkek kavgası olmaktan çıkarıp, İslam davasının özgürlükçü bir temele yeniden oturtulması davasının bir cüzü olarak algılamamız lazımdır.”
Konak Sohbetimiz katılımcılardan gelen soruların Alev Erkilet ve Ayla Kerimoğlu tarafından cevaplanmasıyla son buldu. Bu güzel program için konuşmacılarımız Doç. Dr. Alev Erkilet Hocamız ve Hazar Derneği Başkanı Ayla Kerimoğlu’na, moderatörümüz Kurucular Kurulu Üyemiz Aslı Öztürk’e ve elbette ki bizi yalnız bırakmayan hanım mensuplarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.