Sosyolojik Analiz Oturumları’nın Bu Dönemdeki Son Programında Doç. Dr. Caner Taslaman’ı Dinledik
10 Mayıs Cuma günü Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Taslaman’ın katılımıyla düzenlenen Sosyolojik Analiz Oturumları’nda “Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de İslam” konusunu ele aldık. Caner Taslaman bizlere konu başlığımızla aynı adı taşıyan kitabından ufuk açıcı bir sunum yaptı.
Caner Taslaman, üç bölümden oluşan kitabında, Cumhuriyet öncesi dönem, Cumhuriyet sonrası 1923-1980 arasındaki dönem ve 80’den sonrasını incelemiş ve bu dönemler arasında karşılaştırmalar yaparak, meydana gelen farklılaşmaları ortaya koymuştur.
Günümüzde İslam’ı anlamaya çalışanların büyük çoğunluğunun siyasete çok fazla odaklandığını düşünen Taslaman, çok etkili olan siyasete vurgu yapmanın önemli olduğunu ancak her şeyi siyasi kavga üzerinden yorumlamanın gerçek anlamda ne olup bittiğini ıskalamamıza sebep olabileceğini düşünmektedir. Siyasetin önemini göz ardı etmeyen Taslaman, küreselleşmenin etkisiyle yaşanan süreçlerin, dinamiklerin Türkiye’de İslam ve kendini Müslüman olarak adlandıran kesim üzerinde daha fazla etkili olduğunu söylüyor. Küreselleşme süreci, dünyadaki ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi yapıda önemli ölçüde belirleyici olduğu için, bulunduğumuz dönemde, İslam dinine bağlı olanlarla ilgili sosyoloji ve siyasal bilimlerle alakalı olgular dünya gündeminde yer tutan önemli bir konudur. Caner Taslaman da eserinde küreselleşme sürecindeki Türkiye’ye odaklanarak Türkiye’deki İslam dininin bağlılarıyla ilgili olarak ortaya çıkan olguları ele alır.
Bu olguların nasıl ortaya çıktığının saptanması ve daha öncesiyle karşılaştırmasının yapılmak suretiyle değişimin boyutlarının açığa çıkarılması için kitapta yukarıda belirtilen dönemleri inceleyen Taslaman, asıl hedefininse günümüzü ortaya çıkarmak, bugünkü değişimi açığa çıkarmak olduğunu ifade etti.
Konuşmasında Türkiye’deki İslam’ı anlamak için dört hususu incelemenin gereğine işaret eden Doç. Dr. Caner Taslaman, bu hususlardan birinci olarak siyaset ve toplum yani merkez ve çevre arasındaki ilişkideki değişimleri irdeledi.
Türkiye’de İslam’la ilgili olguların değişimini algılamak için bu ilişkilerdeki evrimin mutlaka dikkate alınması gerektiğine dikkat çeken konuğumuz, Osmanlı zamanında devletin merkezini güçlü tutmak amacıyla, çevrede güçlenmeyi engellemek için bir sosyal yapı kurarak politikalar uyguladığını, Türkiye Cumhuriyeti’ne gelindiğinde de ideolojideki temel değişime rağmen bu tip bir eğilimle politika izlendiğini söyledi. Uygulanan bu siyasetin Cumhuriyet rejiminin yukarıdan aşağıya doğru toplumun geniş bir kesimine benimsetilmesiyle sonuçlandığını belirten Taslaman, bu sonuça ulaştıran başka bazı unsurları da dile getirdi. Bu unsurları, Türkiye’de uzun bir dönem çok partili hayatın olmaması, önemli düzeyde değişimi sağlayacak zengin, burjuva sınıfının oluşmaması ve merkeze direnç kabiliyeti taşıyan sivil toplum örgütlerinin olmayışı olarak sayan Taslaman, tüm bunların merkezden ani kararlar alarak hızla uygulama alanı doğurduğunu belirtti.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan uluslararası ortam koşullarının ülkemizdeki iç dinamiklerle birleşmesiyle 1946 yılında çok partili sisteme geçilmesi, çevrenin merkezde önemli değişiklikler yapacağı bir dönemin de başlangıcı olmuştur. Bu tarihten itibaren din üzerindeki baskıların azalmaya, ekonomi üzerindeki devlet elinin çekilmeye başladığı gözlenir. Bu dönemde oy vermenin serbest hale gelmesiyle otomatik olarak merkezden çevreye güç transferinin olduğunu ifade eden Caner Taslaman, merkezin çevreyi etkileme gücünün azaldığına vurgu yaptı. Zamanla sayılan diğer unsurlarda da değişikliklerin olması, siyasetin ve toplum arasındaki iletişimin niteliğini de dönüştürmüştür.
Siyasetten topluma güç kayması süreci 80’lerde hızlanmıştır. Uluslararası sistemde yükselen liberal politikaların iktidardaki Özal tarafından benimsenmesi, ardından gelen Avrupa Birliği süreçlerinin takibi, ekonomik liberalizm yanında siyasal liberalizmin desteklenmesi sonucunda, devletin sermaye üzerindeki gücü azalmış, devletin ideolojisinden bağımsız sivil toplum kuruluşlarını ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte İslami kesim olarak nitelenen gruplar hem finansal olarak daha çok destek bulma imkânı elde ettiler, hem de vakıf ve dernekler kurarak daha özgür ve legal mücadele edebilecek konuma gelmişlerdir. Sonuçta devlet küreselleşme sürecinde yukarıdan aşağı toplumu şekillendirme ve kurucu ideoloji doğrultusunda alternatif ideolojileri güçsüzleştirme imkânını yitirmiştir ve bundan en çok istifade eden İslami kesimler olmuştur.
Doç. Dr. Caner Taslaman, Türkiye’deki İslam’ı anlamak için incelenmesi gereken ikinci husus olarak devletin ideolojik aygıtlarını görmektedir. Modern devlet ideolojik aygıtlarıyla ideolojisini halka benimsetmeye çalışmaktadır ki, bunda en etkili olanı eğitim kurumlarıdır. Geçmiş dönemlerde, dedelerimizin dedesine, anneannesine bakıldığında birçoğunun kültürünü ailesinden, gözüyle görebildiği mesafedekilerden aldığını gözlemlenmiş, devletin birey üzerinde pek fazla dönüştürme etkisi olmadığı görülmüştür. Modern topluma geldiğimizdeyse her bir insan 7-8 saatini okullarda geçirmekte ve aileye alternatif olarak eğitim kurumları birçoğumuzun zihnini şekillendiren kurumsal bir yapı olarak kullanılmaktadır. Bu kurumların sadece bilgi aktarımı için değil devletin kendi ideolojisine bağlılığı tesis etmek için de kullanıldığının altını çizen Taslaman, Cumhuriyet’in geniş kesimlerden kabul görmesini okullarda verilen ideolojiye borçlu olduğu yorumunu yaptı.
1950’lerden sonra artan şehirleşme ile okula gidenlerin sayısının artmasıyla ailenin eskisi kadar etkileyici unsur olmadığını söyleyen Caner Taslaman, “Eğitim kurumlarının bu önemli etkisinin yanında günümüzde kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasının, devletin ideolojik aygıtlarının önemini azaltması dikkat etmemiz gereken en önemli bir unsurdur. Buraya kadar bahsedilen eğitim kurumları 80’lere kadar önemli bir işleve sahipti. Hatta sadece Türkiye’de değil dünyada da birçok ulus devlet için önemliydi. Ancak küreselleşmeyle kitle iletişim araçları karşımıza çıkmıştır. Dedelerimizin dedesinde aile çok belirleyicidir. Dedelerimize geldiğimizde ailenin yanına rakip bir eğitim kurumu gelmiştir. Fakat günümüzde internet ve tv, radyo gibi mecralardan aldığımız bilgi oranı okullardan ve aileden alınan bilgiyi tek başına geçmektedir. TV izleme ve internet kullanım oranları hızla artmaktadır. TV başında çekirdek yiyip otururken ciddi anlamda zihinler şekillenmektedir. İnternetten müthiş bir bilgi akışı yaşanmaktadır. Bu bana göre çok önemli bir süreçtir. Ama göz ardı edilmektedir.” dedi.
Bu süreçte İslami kesimin merkezden daha çok özgürleştiğini belirten Taslaman, yine devletin önemli bir aygıtı olan Diyanet’in kitle iletişim araçlarındaki artış sebebiyle etkisinin azaldığını, İslami kesimin artık kendileri tarafından kurulan radyo-tvler ile dini bilgilere eriştiğine dikkat çekti. Bunun yanı sıra bu kesimin yayınlarında yaşanan artışlar, diyanetten bağımsız ilahiyatçıların insanlara ulaşmasının dönüşümü kaçınılmaz kıldığını belirten Taslaman, kitle iletişim araçlarıyla artan bilginin beraberinde bir tehdit ortaya çıkardığına değindi. Eskiden insanların, dinleri üzerindeki devlet etkisini ailesinin de yardımıyla en aza indirebildiğini belirten Caner Taslaman, “Şimdi bir baskı yok, ama kültürel bombardıman bambaşka şekiller sunarak karşımıza çıkıyor ve buna direnmek zorlaşıyor. İslami kültür açısından tehdidin içerik ve niteliğinde ciddi bir değişim yaşanmaktadır. Eskisi gibi dayatmacı bir gücü olmasa da ondan çok daha büyük bir nüfuzu vardır.” dedi.
Birçoğumuzun dedemizin dedesinden farklı oluşumuzun altında yatan sebep olarak TV ve internetten yayılan kültürü gösteren Doç. Dr. Taslaman, günümüzde kariyer odaklı, farklı yaşam tarzı benimsenmesini de bu sürece bağlıyor ve Türkiye’deki İslami kesim hakkında tüm bu etkenler dâhil edilmeden yapılacak analizlerin eksik kalacağını düşünüyor. Sonuçta anlatılan devletin ideolojik aygıtları eskisi kadar etkili değildir Caner Taslaman’ a göre… “Evet, bu kurumlar hala önemli ve etkilidir ama eski önemi yoktur bence. Eğer siz İslam’ı 1970’li yıllarda anlamak isteseydiniz devletin eğitim kurumları ve Diyanet’e bakarak çok daha fazla şey anlardınız. Bugün onlara baksanız, onların dışında o kadar çok süreçler işliyor ki, etkinin eskiye nazaran çok ufak bir yerini işgal etmektedirler. “
Caner Taslaman, ülkemizdeki İslam’ı anlama hususunda üçüncü olaraksa Cumhuriyet’ten bu yana devleti yöneten zihniyet yapısı ve bu yapıdaki değişimleri gösterdi. Osmanlı’nın yönetici zihniyetinde dinî devlet görüşü hâkimdi. Devletin sürekliliği ve menfaatlerini sağlamakla beraber İslam’a referansla temel ilkeleri oluşturmak ve dine hizmet etmek merkezin ideolojisiydi. Din merkezin, yönetici zihniyetin en temel unsurlarındandı. Cumhuriyet’e geçildiğinde merkez-çevre ilişkilerinde ve muhalefete tahammülsüzlükte ciddi devamlılıklar oldu. Buradaki en radikal değişiklik dinin devletin yönetici zihniyetinden çıkarılması olmuştur. Batıcılık, pozitivizm, laiklik, ilerlemecilik ve milliyetçilik temelinde iktidar kurularak toplum mühendisliği yapılmış, “halk için halka rağmen politikalar” benimsenmiştir. Osmanlı’dan devralınan çevrenin güçlenmesini önleyecek sosyal yapı Cumhuriyet rejiminde de devam ettirildi. En önemsenen kurumun eğitim kurumları olduğu rejimde, yukarıda anlatılanlar ışığında devlet ideolojik aygıt olarak bu kurumları kullanmış ve çevreye nüfuzunu arttırarak meşruiyet sağlamıştır. Ancak yeni rejim çeşitli paradokslarla karşılaşmıştır.
Bunlar; din adına yapılan bir savaşın ardından yapılan radikal bir sekülarizasyon süreci, Batı’yla savaştan sonra Batı’nın varılması gerekli ideal olarak sunulması, Batı’daki toplumsal süreçlerle yaşanan modernizmin bizde yukarıdan aşağıya emirle gerçekleştirilmeye çalışılması, Osmanlı’da yetişmiş siyasetçi ve bürokratlarla Osmanlı’yı aşma çabası olarak sayılabilir. Bir de Batı’dan gelen bazı paradokslar vardı ki bunlar devlet ile birey arasında nasıl denge kurulacağı, bireysel haklarla ilgili paradokslardır. Cumhuriyet kurulduğunda hem kendi içinden gelen hem de örnek aldığı Batı’dan gelen bu paradokslarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu paradokslar karşısında rejim devletten ve laiklikten yana tercihini kullanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise uluslararası sistemde yaşanan değişimlerle, bireysel haklar ve demokratik alanda yapılan düzenlemeler kaçınılmaz hale gelmiş, bunlar 80’ler sonrasında da hızla devam etmiştir. Zihniyette, devlet yerine bireysel haklara, laikliği kurtarmak yerine de demokrasiye öncelik verme eğilimi ağırlık kazanmıştır. Böylece 80 sonrası konjöktürel açıdan çevre-merkez ilişkileri çeşitli merkezlere taşınmıştır. İlerleyen zamanlarda da çevre oyuyla merkezi değiştirerek yeni oluşan ortamda, bireyden yana fikirlerin ağırlık kazanmasıyla şu anda yaşadığımız gibi çevredeki çeşitlilik merkeze yansımıştır. Sonuçta, Kemalizm, daha çok milliyetçiliğin hâkim olduğu Türk-İslam sentezi, neo-liberalizm ve son olarak İslam olmak üzere dört tane merkezi etkileyen ideoloji ortaya çıkmıştır. Kısaca bu ideolojilerin şu andaki durumlarından bahsederek, son unsur olan İslami kesimin içinden olanların yaptıkları dinle ilgili yorumların ve geliştirdikleri taktiklerin, bilinmesi gerektiğine değinen Caner Taslaman, bizlere “Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de İslam”ı anlamamız için gereken dört noktayı anlatmış oldu.
Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Taslaman’ın katılımcılardan gelen soruları da yanıtlamasıyla Sosyolojik Analiz Oturumları’nın bu dönemdeki son etkinliği noktalandı.