Aslında Ne Oldu’da Başkanlık Sistemi Konuşuldu
27 Mart Cuma günü düzenlenen Aslında Ne Oldu? programında “Nasıl bir Demokratik Sistem? Nasıl Bir Başkanlık Sistemi” sorularının cevabını Araştırmacı Süleyman Ülker’le aradık. Konuğumuz, detaylı bir sistem modeli ve görselleriyle zenginleşmiş sunumuyla, başkanlık sisteminin hem teorik altyapısının hem de pratik mekanizmalarının nasıl olabileceğine dair bilgiler paylaştı.
Bağımsız araştırmacı Süleyman Ülker konumuzu siyasal değil kuramsal olarak iki kısımda ele aldı. Birinci olarak siyaset biliminin kullandığı, kabul ettiği câri kavramlar üzerinden değerlendirmelerde bulunurken, ikinci olarak da tamamen kendi ürettiği tezi üzerinden tespitlerini anlattı;
“Genel tanımıyla yasama ve yürütme hak ve yetkilerinin milletvekillerinden oluşan bir parlamentoya verildiği sistemin adı olan parlamenter sistemde, seçmenler seçimde parlamentoyu oluşturmaktadırlar. Parlamento içerisinde aynı görüşteki bir grup ya da farklı gruplar salt çoğunluğu sağlamak şartıyla güvenoyuna dayanacak bir çoğunluk oluşturabildikleri takdirde hükümeti kurma görevini devlet başkanından alırlar. Bu sistemde ister tek parti iktidarı olsun ister koalisyon, yasama ve yürütme organları temelde aynı çoğunluk grubunun ellindedir. O yüzden kuvvetler ayrılığı denen şey aslında kâğıt üzerinde temenni olarak vardır, ama fiilen yoktur. Parlamenter sistemde yasama-yürütme bir tarafta yargı diğer tarafta olması itibariyle vardır. Fakat diğer taraftan başkanlık sistemine baktığımızda aradaki fark şudur; Başkanlık sisteminde gerçek anlamıyla yasama ve yürütme birbirinden ayrıldığı için, yani bir erkin mensubu olan bir devlet görevlisi diğer erkin mensubu olamadığı için burada fiilen bir ayrılık da söz konusudur.” diyen Süleyman Ülker bunu örnekle şöyle açıkladı;
“Mesela birisi başkanlık sisteminde yürütmenin üyesiyse bakan, sekreter gibi aynı zamanda yasama erkinin üyesi olamıyor. Fakat parlamenter sistemde böyle bir şey söz konusu değildir. Bu sistemde aynı anda hem bakan yani hükümetin üyesi hem de milletvekili olarak yasama organının üyesi olmak mümkündür. Parlamenter sistemin en büyük handikaplarından birisi seçmenden sadece verdiği bir oyla üç erkten ikisini aynı çoğunluk grubuna teslim etmesinin istenmesidir.
Hali hazırdaki seçim kanununda şu ifade geçer; “temsilde adalet ve yönetimde istikrar” , ama bunların nerelerde arandığından söz edilmez. Temsilde adaletten kasıt, yasama organında temsilde adalet söz konusu olsun, yürütme organı içerisinde de yönetimde istikrar olsun istenir. Dolayısıyla seçmenden bir oy verirken iki erki bir çoğunluk gruba teslim etmesi istenirken aynı zamanda temsilde adaleti de sağlaması istenir. Yani ülke sathında öylesine bir kompozisyon çıkmalıdır ki bir tarafta bir salt çoğunluk çıksın, 550 milletvekili varsa en az 276 milletvekili çıkabilsin, bunlar hükümeti oluştursun, geriye kalan 274 de alabildiğine çeşitli olsun ki yasama organında temsilde adalet olmuş olsun. Bu istenen son derece zordur. Seçmene görevlendirme yapıp sen şuraya oy ver sen buraya oy ver desek ve onlar da bu göreve uysalar bile bu yine sağlanamaz.”
Parlamenter sistemin işleyişi içinde çıkan sonucu Ülker “Parlamenter sistem sarkacı” şeklinde şöyle ortaya koydu:
“Parlamenter sistem sarkacı; bir tarafta yasama organı içinden çıkan hükümet tek parti hükümeti ise çok güçlü bir başbakan yani istediğini yapabilen, her şeyin onda bittiği çok güçlü bir başbakan figürü ve bu beraberinde otoriteryen bir istikrarı getiriyor. Diğer taraftansa koalisyon hükümeti olduğunda ise, başbakan bir koalisyon hükümetinin başı olsa bile, hükümetteki gruba kendi partisine hükmettiği gibi hükmedemiyor, pazarlıklar ortaya çıkıyor, yapması gerekenleri bile yapamıyor. Burada aciz bir başbakan figürü ortaya çıkmakta, tırnak içinde “demokratik istikrarsızlık” söz konusu olmakta. Türkiye’ de Ak Parti öncesine baktığımızda var olan koalisyonlar buna örnektir.”
Konuğumuz bu noktada 1876’dan bugünlere ülke olarak parlamenter tecrübemizi özetledi. Sonrasında ise dünyadaki sistemleri ortaya koydu.
Aslında parlamenter sistemin cumhuriyet içinde doğmuş bir sistem olmadığını belirten Ülker, sistemin Magna Carta ile İngiliz monarşisi içinde doğduğunu belirtti. Ülker şöyle devam etti: “Magna Carta ile halk yetkileri sınırlama yolu ile kralın yetkilerine kıyısından köşesinden ortak oluyor, zaman içerisinde aristokrasinin içinden gelen ticaretle uğraşan burjuvazi de denilen orta sınıf aynı kapıdan giriyor ve onlar da kralın yani monarkın alanını daraltarak kendi alanlarını genişletme yoluyla bir denge haline getiriyorlar. Ve bugünkü İngiltere’deki model ana hatlarıyla ortaya çıkıyor. Bu model temelde şuna dayalıdır: Bir dairedeki sigorta sistemi gibi adeta. Elektrik akışı voltajı düzgün işlediği müddetçe sigortaya ihtiyaç yok gibidir. Ama ne zaman voltaj artar sigorta atar. Bugün eğer İngiltere’de seçilmiş başbakan diktatöryal temayüller gösterirse kraliçenin onu azletme hakkı var. Bu hak şimdiye kadar hiç kullanılmamış bir haktır. Başkanlıkta da suçlandırma şeklinde yer alan yöntem. Başkana bir suç atfederek nitelikli oyla düşürüp görevden alma gibi.”
Monarşi için kurulmuş parlamenter sistemin 1870 yılında ilk defa Fransa’da bir cumhuriyete adapte edildiğini ifade eden Ülker, yine bu ülkede ilk defa parlamenter monarşideki monarkın yetkilerini transfer edeceği bir devlet başkanı olarak cumhurbaşkanı figürünün ortaya konduğunu kaydetti. Ülker,Fransa’nın daha sonraları ise ne Amerika ne de İngiliz sistemlerini almak istememesi sonucunda kendine özgü yarı başkanlık sistemi getirdiğini söyledi.
“Parlamenter sistem de yarı başkanlık sistemi de sonuçta çok başlı bir yönetime sebep oluyor.” diyen Araştırmacı Süleyman Ülker iki sistemin karşılaştırmasına şu sözlerle devam etti: “Başkanlık sisteminde yürütme doğrudan halk tarafından seçildikten sonra, yine halk tarafından o yürütmeyi denetleyecek bir başka yapı olarak yasamayı seçmek mümkün. Bu parlamenter sistemde mümkün değil. Parlamenter sistemin temel sorunları yapısaldır ve bu sorunları sistem içinde kalmak kaydı ile gidermek mümkün değildir. Bugün Amerika’da uygulanan başkanlık sisteminin hiç sorunu yoktur diyemeyiz. Ama bu sistemin sorunlarını sistem içinde kalarak ve demokratik yöntemlerle çözmek mümkündür. Hatta bırakın çözmeyi bu sorunlar avantaja dahi dönüştürülebilir.”
Konuğumuz bu noktadan sonra da kendi ürettiği tezin ayrıntıları üzerinde durdu. Belli bir amaca dayanarak ortaya çıkan bir insan icadı olarak gördüğü demokrasi kavramını “Demokrasi için temel amaç nedir? Hangi ontolojik okuma üzerinden doğmuştur? sorularına bulduğu cevapları katılımcılara aktardı.