İran Gezi Notları (24- 31 Ekim 2015)
1. Gün – Tahran:
24 Ekim gecesinin ilk saatlerinde 01:10 TK-0878 İstanbul – Tahran uçuşuyla ilk durağımız olan Tahran’a doğru yola koyulduk. Türkiye’deki yoğun seçim gündemini geride bırakıp, İran’ın zengin ve bizler için ilginç gündemiyle meşgul olacağımız bir haftanın ilk adımları olacaktı bu yolculuk.
Sabaha karşı Tahran’a ulaştık, kahvaltımızı Firdevsi Otel’de yaparak, aşura günü taziye merasimlerini izlemek üzere kendimizi Tahran’ın sokaklarına bıraktık. Sokaklarda her yer siyah, kırmızı, yeşil bayrak ve sancaklarla süslenmişti.
Tahran’daki ilk günümüz İran’ın Muharrem ayının 10. günü, yani taziye merasimlerinin, ağıtların, ikramların en yoğun olduğu günlerden biriydi. Aşura, kelime anlamı olarak 10. Günden geliyormuş. Kameri ayın Türkiye’den farklı olmasının faydasını burada görmüş olduk. Bizler de bu ağıt ve tiyatral canlandırmaları izleyebilmek için 7. imam İmam Musa’nın oğlu olan İmamzade Salih’in Türbesi’ni ziyaret ettik. Türbe’nin bahçesinde dualar ediliyor, ağıtlar yakılıyordu. Ayrıca, Kerbela’da Hz. Hüseyin’in, arkadaşlarının ve ailesinin şehid edilişi tiyatral gösterilerle canlandırılıyor, ağıtlar yakılarak zenginleştiriliyordu. Muhakkak ki, İran’ı en özel zamanlarından birinde şehrin merasimlerine şahitlik ediyorduk. Bu tiyatral merasimlerin Safeviler döneminden kalma olduğunu öğreniyoruz, Kacarlar döneminde de günümüzdeki haline benzer bir hale gelmiş.
Tahran sokaklarına çıktığımızda yine aşura günü merasimlerinden “desde”leri görüyoruz yol boyunca. Siyahlar giyinmiş, kadın, erkek ve çocuklardan oluşan gruplar ağıtlar ve ilahilerle yol boyunca yas tutuyorlar, zincirlerle hafifçe kendilerine vurarak matemlerini gösteriyorlar. (Televizyonlarda gördüğümüz kanlı ve karmaşık sahneler yok, İran’lı Azeri rehberimiz bunların abartılarak gösterildiğini, gerçeği yansıtmadığını özellikle vurguladı.) Desde’ye katılan erkekler, sırayla Hz. Hüseyin’in tabutunu simgeleyen “Nakhl” adı verilen sembolik tabutları taşıyor, aslında tabut da bu matemin bir simgesi. Ayrıca, Tahran’ın tüm sokakları ve bahçeleri boyunca “ihsan” olarak süt, çay, safranlı pilav, tatlı gibi birçok yiyecek dağıtılıyor. Ayrıca, Hz. Fatıma’ya mehir olarak verildiği için tuz dağıtıldığına da şahit olduk.
Tahran’daki bir diğer ilginç detay trafiği:) Trafik ışıklarına rağmen, yolun karşısına geçmek için kendinizi araçların önüne dikkatlice atmalı, arabaları el işaretleriyle durdurmalı, ya da şanslı iseniz arabaların durdurulduğu bir zamana denk gelerek karşıya geçmelisiniz. Sadece Tahran’da değil, İran’ın diğer şehirlerinde de durum farklı değil:) Ekibimizle birlikte gezinin sonuna doğru bu karşıdan geçiş “seremonisi”ne bizler de alışıyoruz.
İlk günün diğer duraklarından biri Devrim’in en önemli aktörlerinden İmam Humeyni’nin türbesi. İmam Humeyni türbesinin içi kendi sade yaşamının aksine oldukça şaşaalı ve büyük. Şaşkınlığımızı gizleyemeyerek Türbe’deki görevlilere bu durumun nedenini soruyoruz. Çok net bir cevap alamıyoruz ancak onlar da bizim bu şaşkınlığımıza hak veriyorlar sanıyorum. Aslında İran’da tüm türbeler bu şekilde gösterişli, gezinin devamında türbeleri ziyaret ettikçe fark ediyoruz.
Akşam konaklamamız Esteghlal West Otel’de yani İstiklal Otel. Burası İran Devrimi öncesinde Hilton Oteli’ymiş, devrim sonrasında tüm global güçlerin etkilerini silmek adına otel kontrol altına alınarak ismi değiştiriliyor. Akşamı İstiklal Otel’in bu hikayesiyle noktalıyoruz.
2. Gün – Tahran – Kashaan – İsfahan:
Aşura gününün resmi tatil olması nedeniyle, Tahran’da bulunduğumuz süre boyunca maalesef bazı çarşı ve ziyaret mekanları kapalıydı. Aşura günleri merasimlerine şahit olurken, bazı yerlerin ziyaretini atlamak durumunda kaldık. Tahran’ın önemli ve en güzel saraylarından olan Gülistan Sarayı’nı ziyaret etme fırsatı bulabildik. Gülistan Sarayı 1779 yılında yapılmış, sonraki yıllarda saraya çeşitli eklemeler yapılmış. Devrim öncesinde şahlar tarafından kullanılırken, devrim sonrasında kullanılmamaya, sadece müze olarak ziyaret edilmeye başlanmış. Görkemli salonlarda, Batı kültüründen ve mitolojiden esinlenmiş bazı figürler bulunsa da, zarif ayna işleri İran sanatının farklılığını bu salonlarda ortaya koyuyor. Ünlü İran ressamlardan olan Kemal’ül Mülk’ün eserleri de sarayda geniş yer buluyor. Alçı oyma ve süslemeleri de İran sanatının bir diğer farklı eserlerinden. Muhammed Rıza Şah’ın evlendiği Selam odasını, İngiltere kraliçesi Kraliçe Elizabeth’in Nasreddin Şah’la yakın ilişkisine istinaden verdiği hediyeleri bu sarayda görmek mümkün. Buradaki mücevherlerin asılları Merkez Bankası’ndaki müzede korunduğunu öğreniyor.
Sonraki durağımız Kashaan kenti, Borojuerdi Evi ve Fin Bahçeleri. Borojuerdi Evi, buradaki en meşhur evlerden biri. Diğeri de Taba Tabai Evi. Taba Tabai çok zengin halı tüccarlarından biriymiş. Borojuerdi ise, Taba Tabai’nin kızına aşık olan bir başka zengin tüccarmış. Sevdiği kızla evlenebilmesi için güzel bir ev yapması şartı getirilince bu evi yapıyor ve sevdiği kısa kavuşuyor. Hatta Taba Tabai evinden daha meşhur bir ev oluyor burası.
Kashaan’da son durağımız Fin Bahçeleri. Kapanışına çok az bir vakit kala girişini yakalayabiliyoruz, ekibimiz için maceralı bir giriş hikayesi oluyor. Burası UNESCO koruma listesinde yer alan bahçelerden biriymiş. Süleyman çeşmesi, bahçeleri ile biliniyor. Ayrıca, Abbasian House’ta yüksek sofalar üzerinde yöresel İran yemeklerini tatma fırsatımız da oluyor. İran yemekleri Türk yemeklerinden çok farklı değil aslında, sadece baharatları açısından farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz.
Kashaan’dan sonra İsfahan’a doğru yola koyuluyoruz. İsfahan akşamlarında 33 kemerli Siosepol Köprüsü’nü izliyoruz. Zayanderud Nehri maalesef kurumuş, yılın birçok zamanında da bu nehirler hep kuru oluyormuş zaten. Güzel köprülerin boynu biraz bükük, güzelliklerine biraz gölge düşmüş…
3. Gün – İsfahan:
İsfahan şehri “ordugah” anlamına geliyormuş. Şehirdeki eserlerin hemen hepsi Safevi Devleti ve sonrasındaki dönemlere ait. İran’ın içinde İsfahan’ın halıları da çok meşhurmuş.
Şah Abbas tarafından yapılan Haju Köprüsü ziyaret noktalarımızdan biri. Burası da Siosepol Köprüsü gibi kemerlerden oluşuyor, bir de padişahın dinlenme yerini barındırıyor. Köprünün süslemeleri çok güzel. Ancak, yine altından akan nehir kurumuş.
İsfahan’da UNESCO’nun dünya mirası listesine almış olduğu Nakş-ı Cihan Meydanı bir diğer ziyaret mekanımız. Meydanın ortasında geniş bir havuz var, etrafı da birbirinden güzel eserlerle çevrilmiş. Tüm Cihanın bu yansımada nakşettiği düşünülerek meydana bu isim verilmiş. Birçok merasim, nevruz kutlamaları bu meydanda yapılırmış. Bayramlarda, nevruzda renkli renkli süslenirken, Muharrem’de siyaha boyanırmış meydan. Bu meydan Safevi döneminde başkentlik yapmış İsfahan’ın merkezi durumunda. Ayrıca, Dünyanın en büyük meydanlarından biri olduğu söyleniyor. Bu meydanda muhteşem mimarisi ve seramik işçiliği ile İmam Camii, Safevi sultanlarının meydanı ve törenleri izledikleri Ali Kapu Sarayı, nazenin işlemelerle bezenmiş Lütfullah Camii yer alıyor.
Kubbelerin alçı ve altın yaldızlı süslemeleri çok etkileyici. Birbirine çok benzeyen Usta ve Çırak Camileri, Cuma saatlerinde tüm camilerin kapalı olduğu cuma namazının kılındığı Cuma Camii diğer ziyaret yerlerinden biri.
Sonraki durağımız 40 Sütun Sarayı. Bu sarayda aslında 20 sütun bulunuyormuş, ancak sutünların suda yansıması 40 sütun görüntüsü oluşturduğu için bu isimle anılıyormuş. Sarayın iç kısımlarında Çaldıran Savaşı’nın resimleri, sultanların hayatlarının yansıtıldığı resimler yer alıyor. Saray misafirleri ağırlamak için kullanılırmış, 1600’lü yıllardan kalma eski bir saray.
Qeysarieh Pazarı olarak bilinen geleneksel çarşıda kısa bir tur/alışverişe geçiyoruz. Gün batımını ekibin büyük bir bölümüyle birlikte Nakş-ı Cihan Meydanı’nda izliyoruz, akşam namazını eda ederek otelimize geçiriyoruz.
Otelemize uğrayıp akşam yemeğini yedikten sonra Şah Abbasi Otel’in güzel atmosferinde çaylarımızı yudumlayarak, Hatayi’nin şiiriyle akşamı sonlandırıyoruz.
“Ezel bahar olmayınca
Kırmızı gül bitmez imiş
Kırmızı gül bitmeyince
Dertli bülbül ötmez imiş”
4. Gün – Yezd:
Bugünkü durağımız olan Yezd’e doğru yola çıkıyoruz sabahın erken saatlerinde. İsfahan’a veda vakti… Yol üzerinde yaklaşık 3000 yıllık bir şehir olan Naein (Nain) şehrine uğruyoruz. Çöl ortasında, çok eski zamanlara karıştığınızı hissetiren bir şehir burası.
Zerdüşt tapınaklarından birinin üzerinde yer alan bir camiyi ziyaret ediyoruz. Caminin alt kısmında hala Zerdüşt tapınağından kalma su kanalları yer alıyor. Burada su kıymetli, Zerdüştler için ateş ve su kutsal olduğu için ayrıca önemli. Zerdüşt tapınaklarında bu nedenle ateş ve su muhakkak yer alıyormuş.
Çöl iklimiyle bütünleşmiş taş evlerin etrafındaki duvarların yüksek duvarların çöl bölgesindeki evlerde sıcağı önlemekmiş.
Naein’den sonra Yezd’e geçiyoruz. Yezd yine Naein gibi eski şehirlerden biri. Cuma Mescidi, Emir Çakmak Kompleksi buradaki ziyaret yerlerimiz. İran’da birçok mahalle arasında yer alan “Hüseyniye”lerden biri olan Ebu’l Kasım Hüseyniye’sini de ziyaret ediyoruz. Hüseyniyeler, nevruz, aşura günü gibi önemli merasimler için halkın toplandığı yerler anlamına geliyor.
Ayrıca, Yezd’de Zerdüşt dininin en önemli tapınaklarından Ateşgede’yi görüyoruz. Yezd, Zerdüştlerin vakti zamanında yoğun olarak yaşadığı şehirlerden biriymiş. Ancak, dünyanın farklı yerlerine göç etmek durumunda kaldıkları için Yezd’deki nufüsları da zamanla azalıyor. Zerdüştlerin temel 3 öğretisi: iyi konuşmak, iyi düşünmek, iyi davranmak şeklinde belirtiliyor. Beyaz temizliği simgelediği için kıyafetlerinin genelde beyaz olduğunu öğreniyoruz. Ahura Mazda, Zerdüştlük’te Tanrı anlamına geliyor, aslında ateşe tapmıyorlar, ateşi ve suyu kutsal kabul ederek tek Tanrıya inanıyorlar. Toprak da kutsal bir nesne olarak kabul edildiği için, cesetleri necis sayarak toprağa gömmeyi tercih etmiyorlar. Sessizlik (ya da Suskunlar) Kulesi olarak bilinen yüksek tepelere cesetlerini bırakıp, yırtıcı hayvanların parçalamasını bekliyorlar, sonrasında kemiklerini direk toprağa temas etmeyecek şekilde gömdüklerine inanılıyor. Günümüzde, Sessizlik Kuleleri yasaklandığı için, toprağa temas etmeyecek şekilde cesetlerini gömüyorlarmış. Bunun yerine Rehberimiz Zerdüştlerin kutsal kitabı olan Avesta’dan bazı bölümleri bizlere çevirince ilgili kısımlara şaşırıyoruz. Hak olan temel öğretiler aslında çok benzer. Bu metinler (Allahu alem) kutsal metinlerden alınmış, zamanla bir kısmı tahrif edilmiş bölümler de olabilir.
Cuma Mescidi (Mescid-i Kebir), artık İran’da görmeye alıştığımız nazenin mavi çini işlemeleriyle ünlü. 14. yy’dan kalma Emir Çakmak Camii ise şehrin sembollerinden, yas törenlerinin yapıldığı merkezlerden biri. Burayı akşam ziyaret ediyoruz, camii önünde bir sohbete denk geliyoruz.
Akşamı kısa bir şehir turuyla noktalıyoruz.
5. Gün – Pasargat- Persepolis – Şiraz
Bugün Şiraz’a doğru yola koyuluyoruz. Yol üzerinde iki antik kente, Pasargat ve Persepolis’e uğrayarak yolumuza devam ediyoruz.
Pasargat, bilinen ilk insan hakları bildirisini yayınlayan Büyük Pers kralı Cyrus’un (Büyük Kuruş) 2500 yıllık taş anıt mezarını barındırıyor. Antik kentin Urartu ve Pers mimarisinin karışımı bir yapısı olduğu söyleniyor. Cyrus’un önemi nedeniyle bu antik kent de önemli şehirlerden biri. Cyrus, adaletli bir imparator olarak anılıyor, bu nedenle İran halkı ve kültürü açısından önemli bir yerde duruyor. Cyrus’un Zülkarneyn olduğuna inananlar varmış.
UNESCO dünya mirası listesinde yer alan Persepolis bir sonraki durağımız. Yunanca, Perslerin şehri anlamına geliyor. Pers Kralı 1. Darius tarafından M.Ö. 6. Yy’da kuruluyor. Persepolis bizi görkemli “Milletler Kapısı” ile karşılıyor. Sutünlardaki kabartmalarda değişik kavimlere ait askerlerin figürlerini görüyoruz, adeta medeniyetler geçidine şahit oluyoruz. Antik kentler arasında en bilinen, en önemli şehirlerinden biri olan Persepolis, Pers İmparatorluğu’na başkentlik yapmış bir şehir. İçerisinde salon, saraylar, konaklar, hazine bölümlerinin yer aldığı kalıntılar bulunuyor. Kral mezarları da yine yüksekçe bir tepenin üzerinde yer alıyor.
Son olarak, İran’ın 4. Büyük kenti olan güller ve şairler kenti Şiraz’a Kuran Kapısı’ndan giriyoruz. Kervanların, asırlar boyunca şehre hep bu güzel kapıdan girdikleri söyleniyor, önceden kapıda duran Kuran’dan dolayı bu adı aldığına inanılıyor.
6. Gün – Şiraz
Güller ve şairler kenti olarak bilinen Şiraz, Zend Hanedanına başkentlik yapmış bir şehir. Şehirde Kerim Han’ın önemli eserleri yer alıyor. Zend Hanedanı döneminde hükümdarlar kendileri için “Halkın Vekili” ünvanını kullandığı için, buradaki eserlerin bir bölümü de bu isimler anılıyor. Devrimden önce şehrin şaraplarıyla da meşhur olduğu söyleniyor, ancak devrim sonrasında yasaklandığı için izlerini göremiyoruz. Güllerinin yanında meyvelerinin de çok güzel olduğu belirtiliyor.
Şehirdeki ilk durağımız Nasr’ün Mülk Camii. Şiraz’ın gülleri, ince ince caminin her yanına işlenmiş. Caminin ortasındaki havuz, işlemeleri bizleri çok etkiliyor. Ayrıca, caminin renk ahengini caminin içine yansıtan vitray camları da görülmeye değer.
Sonraki durağımız İran’ın ve Şiraz’ın ünlü şairlerinden Bostan ve Gülistan’ın müellifi Şeyh Sa’di Şirazi’nin kabri. Kabrin iç kısmında Bostan’dan bazı beyitler, Gülistan’dan da nesir şeklinde metinler yer alıyor. Rehberimiz kabrin çevresinde yazılanları bize çeviriyor, Bostan’ı ve Gülistan’ı ve tabi ki Sa’di’yi yad ediyoruz.
Sonraki durağımız ise, Şah Çerağ Türbesi. Burası 8. İmam Rıza’nın kardeşi, Seyyit Ahmet’in türbesi ve İranlı’ların en önemli ziyaret yerlerinden biri olarak biliniyor. Seyyit Ahmet, aynı zamanda 7. İmamın oğlu bir imamzade. Tüm imamların ziyaret mekanları çok önemli, İranlılar ziyaret etmeye çalışıyorlar.Bazı mübarek olduğunu düşündükleri imamzadelere ayrıca önem veriyorlar.
Bu türbenin aşura günlerinde özellikle çok kalabalık olduğunu, kurbanların kesildiğini, misafirler için ikramlar yapıldığını öğreniyoruz. Türbenin içi diğer önemli türbelerde gördüğümüz gibi ayna süslemeleriyle kaplı. Türbenin iç bölgesi 200 yıllık, yeni yapılan bölgesi ise yaklaşık 20 yıllık.
Burada imamların nasıl seçildiğine dair rehberimizden bilgi alıyoruz. İran ve Şii inancında önemli bir yeri olan imamlar, yaşa göre değil dini bilgilerine göre seçiliyor. Ayrıca, imamın kendisini bazı ilahi işaretler gösterdiğine inanılıyor.
Sonraki durağımız şehre birçok eser bırakan Kerim Han’ın kalesi. Kale 4 burca sahip. Burçlardan birisi Pisa kulesi gibi biraz eğik. Orta avlusunda havuz olan kalenin dört tarafında odalar yer alıyor. Girişte Kerim han’ın ve oğlunun heykelleri yer alıyor. Kulenin bir bölümünde de geleneksel Şiraz işleri yapılıyor ve satılıyor.
Hatem işine de burada rastlıyoruz. Çok ince, zarif bir iş. Kemik, pirinç karışımı metallerin ince birer metal çubuk haline getirilmesi sornasında, ince ince nakış nakış işlenmesi ile yapılıyor. Dünyada hatem işi alanında bilinen, profesör kimliği olan bir zanaatkarın hatem işi yapışını izleyerek buradaki gezimizi noktalıyoruz.
Sonrasında, Vekil Camii ve Vekil Hamamı’nı da ziyaret ederek kendisini ulusun avukatı ve haklarının savunucusu olarak ilan eden Kerim Han’dan kalan önemli eserleri ziyaret etmiş oluyoruz.
İrem Bağları sonraki durağımız. İrem bağları ya da bahçeleri, zamanında çölün ortasında her türlü bitkinin yetişmesiyle bilinen bahçelerden oluşuyor.
Son ziyaret yerimiz Hafız’ın kabri. Hafız ise şiirleriyle meşhur bir şair. Kendisine tasavvufa verdiği bir dönemde, rüyasında Hz. Ali’yi gördüğüne, sonrasında şiir yazmaya başladığına inanılıyor. Hafız’ın şiirlerinden tefeül çekilmesi İran’da yaygın rastlanan bir alışkanlık olduğu söyleniyor. Hafız’ın dönemin sultanı ile aşağıdaki dizeleri ile ters düştüğü söylenen rivayetler arasında:
“Eğer ân Türk-i Şirazi bedest âred dil-i mârâ/Behâl-i hindûyeş bahşem, Semerkand ü Buhârâ-râ..”
“O Şirazlı Türk güzeli gönlümüzü tutsak ederse,
Yanağındaki siyah benine Semerkand’ı da bağışlarız, Buhara’yı da…”
7. Gün – Meşhed:
Gezimizin son gününü Meşhed’e ayırıyoruz. Sabahın erken saatlerinde Şiraz’dan yola çıkarak, ülke içi uçuş yaparak Meşhed’e geliyoruz.
Meşhed, İran’ın en önemli dini turizm merkezi olarak biliniyor, aynı zamanda ülkenin başkent Tahran’dan sonra 2. büyük şehri. Arabistan’dan, Basra Körfezi’nden bu şehre çok fazla ziyaretçinin geldiğini öğreniyoruz. En önemli ziyaret mekanlarından biri Şiaların 8.imamı İmam Rıza’nın türbesidir. Şehrin adı Meşhedi-i Mukaddes, yani Kutsal Şehit’lerden geliyor.
Firdevsi, Şehnamesi ile ünlü, kitabında tüm efsaneleri bir araya getiriyor ve sadece Farsça kelimeler kullanarak (çok az Arapça kelime geçiyor) eserini kaleme alıyor. İranlılar bu açında Firdevsi’yi ve Şehname’yi çok önemsiyor. Firdevsi’nin kabri/anıtı ziyaret yerlerimizden biri oluyor.
Meşhed’e çok yakın olan Tus şehri’ne de gelerek Gazali’nin kabrini ziyaret ediyoruz. Malesef görkemli türbelerin aksine, Gazali’nin kabrini çok bakımsız buluyoruz. Kabrinin dış görünüşünün aksine, içinin nurlarla dolu olduğuna inandığımız ünlü alime Fatihalarımızı gönderip ziyaretimizi noktalıyoruz.
Sonrasında, Afşar İmparatorluğu’nun kurucularından Nadir Şah’ın türbesini de ziyaret ediyoruz. Afşarlar göçebe bir topluluk, bu nedenle sanat bakımından gelişmiş bir toplum değil. Bu dönem daha çok savaşlarla geçiyor, sanat anlamında çok gelişme kaydedilemiyor.
Son olarak İmam Rıza Türbesi. Burası Şiaların en önemli ziyaret mekanlarından biri olduğu için çok kalabalık. Daha önceki türbelerin ihtişamı yine bu türbede de bizi karşılıyor. İmam Rıza Türbesi’nde ziyaretimizden sonra serbest zamanı çarşısında dolaşarak geçiriyoruz.
Ziyaret edilecek yerleri tamamladıktan sonra, akşam yemeğinin ardından, rehberimizle vedalaşıp, Meşhed havalimanından İstanbul’a doğru yola koyuluyoruz. Sabahın ilk saatlerinde İstanbul’a ulaşıyoruz.
Bir sonraki gezide görüşme temennilerimizle gezi ekibiyle vedalaşıp, İran gezimizi noktalıyoruz.
—————
Genel Bilgiler:
- İran’da devrim sonrasında özellikle Amerika merkezli global markaların girişine izin verilmediği için yerli birçok markanın gelişmiş olması dikkatimizi çeken detaylardan biri oluyor.
- Yollarda yaklaşık her 35 km’debir kervanların konaklaması gerektiği için kervansaray yapılırmış. Bu nedenle çöl yolları üzerinde kervansaraylar çok yaygınmış. Bir kısmı günümüze kadar ulaşmış ancak bir çoğunun kalıntılarına dahi ulaşılamıyor.
- Mihrab kelimesi, Farsça Mihr: Güneş ve Ab:Su kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşuyor. Güneş ve su İran kültüründe (daha çok Zerdüştlerde) kutsal sayıldığı için Farsça’da “kutsal yer” anlamında kullanılıyor.
- İran’dan birçok devlet geçmiş, hükümranlık süreleri bazılarının nispeten daha kısa.Devletlerden bazıları şu şekilde: Med ve Ahameniş İmparatorlukları, Part, Sasani İmpratorlukları, Gazneliler, Selçuklular, Moğol İstilası, İlhanlılar, Timur İmparatorluğu, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safevi İmparatorluğu, Afşar Hanedanlığı, Kaçar Hanedanlığı, Pehlevi Dönemi.
- Nevruz İran kültüründe de önemli bir yerde duruyor. Güneş’in yeni turuna başlamasını simgeleyen “yeni gün” anlamına geliyor.
- İran’da sokaklarda sıklıkla yardım sandıklarına rastlanıyor. Devlet bu yardımları alarak, yaşlı, hasta, engelli kişilere dağıtıyormuş.
- Şehriyar, iran’ın bilinen ünlü şairlerinden biridir. Adına İran’da şiir günü kutlanıyormuş. Azeri Türkçesiyle şiir yazan ilk şairdir. Heyder Baba’ya Selam şiiri Türkiye ve diğer Türki Cumhuriyetlerde de bilinmektedir.
Haber: Ayşegül Gelmiş-Endüstri Mühendisliği’ 10