Kudüs Kalbimizi Bırakıp Geldiğimiz Şehir
Geçen seneye kadar Kudüs’e gitmek bizim için bir hayaldi. Güvenlik problemi gibi sıkıntıları öne sürerek algı oyunu yapan medya yüzünden gidebilmeyi hele de üç çocuğumuzla gitmeyi hiç düşünemiyorduk. Bu senenin Kudüs yılı ilan edildiğini ve Türkiye’den Kudüs’e giden turist sayısının artması için çabalar olduğunu duyduğumda şaşırdım. Sonra arka arkaya birkaç sefer biz de niyet ettik gitmeye. En sonunda sevdiğimiz arkadaşlarımızın ve güvendiğimiz dostlarımızın da olduğu Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’ndan bir 23-26 Nisan tarihleri arasındaki Kudüs turu e-mailini alınca tam da beklediğimiz teklif gelmiş oldu. Bir işe niyet etmek o işin olması için en önemli adımmış onu gördük.
Ilk gün 9:25 uçağı ile Tel Aviv’e geldik. Saat 12.00 olmuştu indiğimizde. Bizi epey korkutmuşlardı güvenlik çok sıkı diye. Allah’a çok şükür, sıkıntısız geçtik kontrolden. Dışarıda bekleyen otobüsümüze bindik.
İlk önce Tel Aviv, eski adıyla Yafa’yı gezdik. 1948’de kurulmuş İsrail. Yurt dışından getirilmiş Yahudileri yerleştirmişler birer birer. Havaalanında bir kutlama vardı. Meğer buraya yerleşmeye karar vermiş bir Yahudi’nin gelişini kutluyorlarmış. “Buraya ne kadar Yahudi gelirse o kadar da Filistinli çıktı” diyor rehberimiz. Eskiden buranın adı “British Mandate Palestine” imiş. Sonra Yahudileri buraya göndermeye karar vermiş İngilizler. Yafa’da şu an belki %5 Müslüman yoktur bile diyor rehberimiz. Halbuki burası eskiden bir Müslüman şehriymiş. Modern bir şehir. Tüm büyük bankaların şubeleri varmış. Tüm zengin Yahudilerin de bu şehirde bir evi varmış. Her Yahudi’nin İsrail’de bir mülkü olmalıymış. Eğer bir kişi İsrail vatandaşı olmayı kabul ederse onlara bedava ev ve araba veriyorlarmış kendi sayılarını arttırdığı için. Türkleri hiç sevmezler buradakiler, diyor rehberimiz. Türk Konsolosluğu’nda dalgalanan Türk bayrağının hemen yanında, diğer yüksek binanın üzerinde İsrail bayrağı dalgalanıyor.
İlk olarak Hasan Paşa Camisi’ni gezdik. Yafa’da Osmanlı döneminden kalma belki de tek eser bu. Ama bu topraklarda o kadar çok Osmanlı eseri var ki. Buraya gelmeden önce farkında değildim. Eski binalar var, kemerlerinde “Allah” yazıyor. Altında Yahudiler yiyip içip eğleniyor. Müslümanları çıkartıp yerleşmişler buraya. Tam bir işgal ile karşı karşıyayız. Bizler en ufak bir kısıtlanmaya dayanamazken buradaki insanlar evlerinden, bağlarından, bahçelerinden çıkarılmışlar. Her yerde boy gösteren UN (Birleşmiş Milletler) minibüslerinin içindekiler ne yapıyorlar acaba? Yafa’yı otobüs ile dolaşıyoruz. Sokaktaki Yahudi giyimli çocuklar dikkatimizi çekiyor. Bizim Çarşamba Semti’nin çocukları gibi. Bir farkla, dünya bunlara saygı duyuyor. “Dünya’nın hakimi olan Kudüs’ün hakimi olur” diyor rehberimiz. Şu an Dünya’nın hakimi Yahudiler. Dolayısı ile de Kudüs’ün de hakimi onlar. Eski Yafa içinde otobüs ile panoromik bir tur yapmak istiyoruz. Izin verilmiyor. O gün onların da kuruluş günüymüş. Zülmün başladığı günün yıldönümünde gelmişiz buraya. Modern şehir içinden geçerken gecekondu gibi ufak derme çatma yapıların önünden geçiyoruz. Rehberimiz bunlar İsrail’in kurucusu Ben Gurion’un İsrail’in kuruluşunu ilan ettiği evler diyor. Yıkılmıyor, o günleri hatırlatması için. Yafa, yani şimdiki adıyla Tel Aviv Yahudiler arasında “Sin City”, yani günah şehri olarak bilinirmiş. Dindarlar burada yaşamazmış. Onlar sürekli ibadet ile meşgul olmak için Kudüs’ü tercih edermiş.
Buradan sonra Kudüs’e, kutsal topraklara hareket ediyoruz. Yaklaşık altmış-yetmiş dakikalık bir otobüs yolculuğu ile varıyoruz Kudüs’e… Buranın da ancak %20 kadarı Müslüman kalmış. Her geçen gün azalıyor diyor rehberimiz. Kudüs’e Müslümanların yaşadığı bölgeden giriyoruz. İnsanlar günlük işleri ile meşgul, kimisi lastik tamir ediyor, kimi kaset satıyor, kimisi meyve-sebze. Öte tarafta İsrail askerleri tam teşekküllü bir vaziyette. Halleri bize o an bir hareketlilik olsa bellerindeki otomatik silah ile etrafı kan gölüne çevirebilirler hissi veriyor. Zaten amaç da bu, korku salmak. Ama alışmış Filistin halkı, silahların gölgesinde yaşamaya. Normal karşılıyorlar. Yeni doğmuş bebeğini battaniyeye sıkıca sarmış bir baba, hızlı hızlı yürüyor. Öte tarafta bir genç kız, gözler sürmeli, neşeli neşeli arkadaşı ile konuşuyor. Bir yandan aklımdaki Filistin, bir yandan gördüklerim, şaşırmış şekilde çocukların ellerinden tutmuş, hızlı hızlı eski taş merdivenleri iniyoruz.
Küçük kızım asker fotoğrafı çekmek istiyor. Ne tepki vereceklerini bilmediğim için onu çekiştire çekiştire götürüyorum. Mescidi Aksa’nın şu an açık olan yedi kapısı varmış. Biz Al-Hitta kapısından giriyoruz. Bir kapısından Müslümanların girmesi yasakmış. Bizi rehberimiz “Türk bunlar” diyerek geçiriyor. Avluya açılan kapının dışında dört İsrail askeri birşeyler tıkınıyorlar. Içeride ise bir Ürdün askeri Allah’ın selamı ile karşılıyor bizi.
İlerledikçe farkediyoruz ki Mescid çok yanlız. Kimsecikler yok. Bizim gibi tek tük turistler dışında. Öğreniyoruz ki Filistin halkının girişi yasak. Altmış yaş ve üzeri olmak gerekiyor. Siz şanslısınız diyor rehberimiz. Burasının aşkı ile yanan ama giremeyen çok insan var. Şuralardaki tepelerde yaşıyorlar. Minareleri görüyorlar. Ezanı duyuyorlar. Ama giremiyorlar. “Onlar tuzak kurdular, ancak Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” mealindeki ayeti kerimeyi hatırlatıyor bizlere. Tüm olanlara rağmen Rabbim Mescid’ini korumuş. Kubbetü’s Sahra ve Mescid-i Aksa, tevazu ve vakar ile arz-ı endam ediyor. İşgalden kurtulacağı günü bekliyor. Namazlarımızı kıldık ve otele döndük. Otelimiz on dakika mesafede bir Müslüman tarafından işletilen “National Hotel” idi. Vergileri beş katına çıkardılar ama sahibi direniyor, bırakmıyor burayı, otelcilik yaptırmak istemiyorlar aslında diyor rehberimiz.
Ikinci gün cuma vaktine kadar Mescid-i Aksa etrafındaki diğer mescidleri gezdik. Osmanlı mimarisine şahit olduk. Çeşmeler mescidler, kemerler… Önce Mervan mescidini gezdik. Burası kısa bir süre öncesine kadar harabeymiş. Raid Salah adında bir Müslüman, yüz kadar genci toplayıp, bir gece gizlice girip burayı temizlemiş ve o sayede ibadete açılmış. Halılar da geçen hafta gelmiş. Bu sayede bize de namaz kılmak nasip oldu. Asıl Mescid-i Aksa denilen, yerin altında bulunan mescide de indik. Burak Mescidi’ni gördük. Peygamber Efendimiz (sas)‘in atını bağladığı söylenen Mescid.
Bu Mescid’in bir özelliği de arkasının “Ağlama Duvarı” olması. Yahudilerin ibadeti yoktur diyor rehberimiz. 2’inci Abdülhamid burayı hata ile Yahudilere verdi. Keşke vermesiydi. Çok büyük hata etti diyor. Kıyamet kilisesine gidiyoruz oradan. Hz.İsa’nın çarmıha gerildiğine ve göğe yükseldiğine inanılan kiliseymiş burası da… Üç dinin kutsalları da yakın yakın. Sonra cuma namazını kıldık. Hanımlar Kubbettü’s Sahra’da, erkekler Mescid-i Aksa’da kıldı.
Cuma namazından sonra otobüs ile El-Halil (Hebron) kentine geçtik. Burası bir Filistin şehriymiş. Etrafı utanç duvarı ile örülü. Giriş ve çıkışlar kontrollü. Girişinde bir de tabela var, İsrailliler için tehlikeli olduğunu belirten. Şehrin içi adım başı gözetleme kuleleri ile dolu. En ufak hareketlilikte içindeki İsrail askerleri ateş ediyorlarmış. Filistin plakalı araçlar var burada. Yakınımı görmüş gibi mutlu oluyorum. Özgür Filistin için dua ediyorum. Yahudilerin yerleşim politikasını şöyle anlatıyor rehberimiz; öncelikle yerleşmek istedikleri bir şehrin az dışında su deposu gibi bir şeyler yapıyorlar. Sonra bir-iki bina derken beş-on tane oluyorlar ve bir-iki sene içinde bakmışsınız o şehre girmişler. Şimdiki hedefleri El-Halil diyor. İbrahim Peygamberimiz’in (as) şehri.
El Halil Camisi’ni ziyaret ediyoruz. Camide Hz. İbrahim (as) ve eşi Sare annemizin makamları var. Bu caminin bir özelliği de Selahaddin-i Eyyubi’nin yaptırdığı orijinal minberi barındırması. Selahaddin-i Eyyubi üç tane minber yaptırmış. Birisini Mescid-i Aksa’ya, birisini Şam Emevi camisine, diğerini de El Halil’deki Hz. İbrahim Camisi’ne göndermiş. Namaz kıldıktan tekrar yola koyuluyoruz. Biz oradayken şehrin giriş çıkış kontrollerinde bir Filistin’li gencin şehit olduğunu duyuyoruz. Kız kardeşinin üzerine yürüyen askere tepki verdiği için vurulmuş. “İnnalillahi ve inna ileyhi raciun”. Buradan sonra tekrar yolumuzu Kudüs’e çeviriyoruz. Akşam yemeği sonrası yatsı namazımızı Mescid’de kılıp tekrar otelimize dönüyoruz.
Ertesi gün rotamız Zeytin Tepesi, Hz. Davud’un makamı, Eriha ve Beytüllahim şehirleri (Hz. İsa’nın doğduğuna inanılan şehir). Hz. Davud’un kabri Yahudilerin kontrolünde. Temiz ve bakımlı. Dün gördüğümüz Hz. İbrahim makamı gibi değil. Kadın ve erkek girişleri ayrı. Dikkatimi çekiyor. Hristiyan ve Yahudi kadınlar da başlarını örtüyorlar buraya girerken. Temel prensipler birbirine çok beziyor. Örtümüze bu kadar kafayı takanları anlayamıyorum. Her dinde olan, normal bir durum bu. Dünyanın her yerinden dindarların hac alanı burası. Hz. Meryem’in kabrine ilahiler söyleyerek inen bu Hintliler şaşırtıyor beni.
Zeytin tepesinden Kudüs’ü izlerken bir Hristiyan rehberin haşa “Muhammed hem Yahudiklikten hem Hristiyanlıktan birşeyler alıp İslam’ı kurmuş. Uydurma bir din. Onlar için de burası kutsal” dediğini duyuyoruz. La havle çekip yolumuza devam ediyoruz.
Gezimizin en özel yanlarından biri de, son akşam tanıştığımız, oradaki derneklerden birinde görevli bir ağabey idi. Yatsı namazını müteakip Mescid-i Aksa’yı bir kez de onun dilinden dinledik. Burası sizlerin dedelerinizin eseri, gelin buradaki taşları sevin, sevinirler mutlu olurlar, onları sizin dedeleriniz koydu dedi bizlere. Allah’ın düşmanlarını kahredene sevinç vardır. Siz de buraya gelerek İsrail’in canını sıkıyorsunuz. Türkçe duymaktan hoşlanmaz onlar dedi. Bize cami içindeki vitrininde sergilenen mermileri gösterdi. Burada hep olur bunlar. Daha iki ay önce postalları ile girdiler dedi. 1969’da bir Yahudi tarafından yakıldıktan sonra yerine konan minberi gösterdi. Yakılan minber Selahattin-i Eyyubi tarafından yaptırılan minbermiş. Yahudiler bütün Mescid-i Aksa’nın altını kazmışlar. Hz Süleyman’ın tapınağını arıyorlarmış. Ama bulamamışlar. Amaç Mescid’e zarar vermek. Henüz başaramamışlar. Ancak Mescid büyük tehlike altındaymış. Bizi derneklerine götürdü. Arazisi seneler önce zengin bir Filistinli aileye aitmiş. Çocuklarının mezuniyeti için Amerika’ya gidince bir kanun çıkartmış İsrail, dışarıdakiler dönemez diye. Sadece kalan iki yaşlı varmış sahiplerden. Derneğin arazisi onlardan kiralanmış. İsrail el koyamamış böylelikle. Filistinli Müslümanlar için sosyal etkinlik merkezi kurmuşlar. Çocuklar futbol, basketbol oynuyor, kadınlar gelip sohbet edebiliyor, çocuk yuvası var.
Bize çay ve meyve ikram etti Filistinli mücahidler. Erkekler, ellerini sıkıp omuzlarını sıvazlama şerefine eriştiler. Biz ise gözümüz yaşlı dua ettik. Rabbim bizlerin ve onların imanını ve cesaretini arttırsın. Bizleri de bu diyarın kurtuluşuna vesile kılsın diye. Küçük bir resim sergisi gösterdi ağabey, burası dedi, Türkiye’li çocukların kumbaralarındaki paralar ile yapıldı. Mavi Marmara sonrası bankalar aracılığı ile para alamıyoruz diye de ekledi. Tam gitmeye yakın bir haber geldi. Eski Kudüs karışacakmış, dünkü şehidin taziyesi olacakmış dediler. Otelimize geri döndük. Kalbimizi Kudüs’te bıraktık. Bizi yalnız bırakmayın dedi. Sık sık gelin buraya. Bir şey daha ekledi. Burası karışınca sizi İsrail konsolosluğu önünde görmek istiyoruz. İsrail bilsin ki Türk halkı, Filistin halkının yanında. Ertesi gün sabah uçağı ile tekrar evimize geldik. Sanki zaman makinasından geçmiş gibi. Sabah Kudüs sokaklarında, öğleden sonra kaldığımız yerden devam. Rabbim oradaki şuuru devam ettirebilmek nasip etsin. Bizi komşusu sıkıntıdayken onun sıkıntısı ile hemhal olanlardan eylesin. Dünya’ya daldırıp ukbayı unutturmasın. Âmin.
Haber: Ayşe Kıyıklık-Fizik’ 00