Orada N’oluyor’da Prof. Dr. İsmail Coşkun’u Ağırladık

16 Nisan Perşembe akşamı Boğaziçi Konak’ta İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Coşkun’u ağırladık. Kısa bir gecikmenin ardından hızlı başlayan programda sosyolojik bir bakış ışığında ‘Türk Modernleşmesi ve Ermeni Meselesi’ konularına çok yönlü bir bakış attık.

ic1

‘‘Anadolu bir uygarlıklar Palimsestidir’’

İlk konu elbette ki ‘Türk Modernleşmesi’, bu konunun çok daha ehemmiyet verilmesi gereken bir mesele olduğunu söyleyen İsmail Coşkun, konuşmasına Palimsest kelimesini açıklayarak başladı: Eski Yunan’da ve Roma’da yeni bir kitap yazılacağı zaman eski kitapların üzerindeki yazıları kazırlar ve yeni kitabı bu sayfalara yazarlardı. Günümüzde bir takım kimyasal işlemler sonucunda bu sayfaların üzerine yazılmış bütün yazılar kat-kat ortaya çıkartılabiliyor. İşte bu metinlere verilen isim Palimsesttir, diyen İsmail Coşkun, Anadolu’nun da bir uygarlık Palimsesti olduğunu ve bu topraklarda tarih boyunca birçok milletin, devletin yaşadığını ve bu izlerin rahatlıkla fark edilebileceğini söyledi. Fakat her zaman bu toprakları tutan büyük bir güç olmuştur ve bu hep böyle olacaktır. Bu büyük güçler buradaki dengeleri koruyabilmek için bazı öğelerine kolluk görevi verir; Ermeniler ve Rumlar da Osmanlı için böyleydi. Bu dengeleri koruyamayan güçler ise yok olur diyen İsmail Coşkun konuşmasına şöyle devam etti:  Osmanlı bu dengeleri uzun yıllar iyi bir şekilde korumuş olan büyük bir devletti, hatta Avrupa’nın iç dengelerine dahi müdahil olma gücüne sahipti; bu gücü görebilmek için Piri Reis’in haritasına bakmak yeterlidir.

‘‘Biz Niçin Modernleşme Uğraşına Girdik?’’

Osmanlı ciddi anlamda bir iş bölümüyle altındaki farklı yapıları iyi yönetmiştir. Hatta 1861’e kadar bünyesindeki yapılara dışişlerinde dahi yer vermiştir; İslam Hukuku üzerine aşılmaz bir kitap da yazan Rum asıllı Osmanlı Paşası Sava Paşa bunun güzel bir örneğidir. Gelgelelim ordu, devlet yapısı, yeniçerilik ve ulemalık sistemindeki bozulmaların devletin bir arayışa girmesine sebep olduğunu belirten İsmail Coşkun, kendi bürokrasisi içerisinde eskiden dengeyi çok iyi sağlayan Osmanlı’nın zamanla bu gücü kaybettiğini ve öz bünyesinden çıkan çatlakların bu iç dinamikleri bozmaya başladığını söyledi.

‘‘Türk Modernleşmesi -Sanıldığının Aksine- Bir Batı Dayatması Değildir.’’

Türk Modernleşmesi’nin batının dayatmasıyla oluşan bir uygulamalar dizisi değildir. Buna itirazım var. Devletin zayıf düştüğü, batı baskısına maruz kaldığı doğru; fakat bu süreç, Osmanlı’nın kendi içerisinde gelişen ve bu sorunların düzeltilmesi için kararlaştırılan bir süreçtir. (Sürecin içeriğine bakacak olursak) Bu uygulamaların nesnesi de öznesi de devlet olmuştur; devletin kendi seçimidir. Fakat yukarıdan aşağıya yapılan, toplumu modernleştirmeyi amaçlayan bir proje değildir. Tamamen devletin kendisine yöneliktir. Topluma yöneliş ’23 sonrası olmuştur.

‘‘Bizim Yüzleşeceğimiz Kötü Bir Geçmiş Yoktur.’’

Fatih dönemi devletin önemli bir geçiş yaşadığı, devletten imparatorluğa evirildiği, bir dönemdi ve bu dönemde Ermenilere de iş bölümü verilmiştir. Tıpkı diğer azınlıklara ve Müslüman nüfusa yapıldığı gibi Ermeni nüfusa da İstanbul’da yer verilmiş; hatta dağınık halde Ermeni Cemaati, Patrikhane şeklinde kurumsallaştırılıp Ortodoks Kilisesi’ne denk bir yapı oluşturulmuştur. Büyük bir imparatorluk olmanın bunu gerektirdiğini belirten İsmail Coşkun, bu durumun uzun yıllar böylece devam ettiğini fakat 1800’lerin ortasından itibaren yönetim mekanizmasında verilmeye başlayan açıklardan dolayı tıpkı bu günün Türkiye’sinde oluşan etnik ayrıştırmaya dayalı terörist yapı örneklerinde olduğu gibi o dönemdeki Ermeni grupların milisleşmeye başladığını söyledi. Bu konunun çok iyi anlaşılması gerektiğini, böylece günümüzdeki meselelere de böylece daha derinlikli yorumlar getirilebileceğini söyleyen İsmail Coşkun, konuşmasını şöyle bitirdi: İslamiyet’te bir yüzüne vurana diğerini çevirmek diye bir şey yoktur; bizde kısasa kısas vardır. Osmanlı’nın güç kaybetmesinden fırsat bilen Ermeniler Osmanlı’ya kazan kaldırdı ve İttihat Terakki de kısasın şartını yerine getirdi. Bu bir kıyım değildir; şartların gerektirdiği bir çatışmadır. Bu yüzden İttihatçılara kızmamak lazım; İttihat Terakki birçok sesin temsil edildiği bir koalisyondu, Abdulhamid’i indirmenin pişmanlığını yaşayan ve bunun bedelini imparatorluğu elinden kaybederek ödeyen bir koalisyon. Ve tekrar üzerine basarak söylüyorum, bizim yüzleşmek zorunda olduğumuz kötü bir geçmiş yoktur, bu mesele tarihsel ve sosyolojik arka planıyla beraber anlaşılmalı ve günümüz dengelerine de bu sonuçlar göz önünde bulundurularak yaklaşılmalıdır. Çünkü nihai karar anına gelindiği zaman iyi ve kötü diye bir ayrım mümkün olmayacaktır.

Haber: Muhammet Topal-Tarih’ 18

Platformunuzu seçin ve paylaşın.