“Aslında Ne Oldu?” Programında Nükleer Enerjiyi Konuştuk

Türkiye’nin sıcak gündemi ve tartışmalı konularıyla ilgili, alanında uzman konukların katılımıyla Boğaziçi Konak’ta düzenlediğimiz “Aslında Ne Oldu?” programının 21 Mayıs Salı günkü oturumunda Nükleer Enerji konusunu ele aldık. Konumuzla ilgili kendisi de bir Boğaziçi Üniversitesi mezunu olan İstanbul Teknik Üniversitesi Enerji Enstitüsü, Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Özgener’den kapsamlı bir sunum dinledik.

nükleer2

Prof. Dr. Özgener, nükleer enerjinin ortaya çıkışını anlatarak başladığı konuşmasında konuya dair tarihsel bir perspektif sundu. Buna göre; Atomun çekirdeğinden yayılan bir enerjinin mevcut olduğunun tespitinden sonra, 1932 yılında İngiliz bilimci tarafından nötron keşfedilir. Bu da yine çekirdeğin yapısının yani protonlarla, nötronların bir arada durduğu bir yapının belirlenmesi adına çok önemli bir adım olmuştur.  Bu konuda en büyük atılım 1939 yılında fisyonun keşfedilmesiyle yapılır. Fisyon bir çekirdeğin ikiye bölünmesi olayıdır. Bu bölünme olayıyla birlikte kimyasal reaksiyonlara göre milyon kat daha fazla bir enerjinin açığa çıktığı bulunmuş olur.

Fisyonun keşfinin 2. Dünya Savaşı yıllarına rastlaması, keşfin askeri amaçla kullanılabileceği düşüncesini doğurmuştur. Amerika ve Almanya bir rekabete girmiştir. Kazanansa Manhattan projesiyle Amerika’dır. Eğer Hitler bu yarışı kazansaydı bugün bambaşka bir dünyada olurduk. 2. Dünya Savaşı’nın ardından, insanlar nükleer enerjiyi sadece askeri amaçlı değil barışçıl amaçlı elektrik enerjisi üretimi için kullanabileceklerinin farkına varırlar. Nükleer enerjiden ilk elektrik üretimi 1954 yılında Rusya’da reaktörün devreye girmesiyle gerçekleşmiştir. O dönemden bugünlere bu süreç içinde 1954-1979 arası bu enerji kaynağı çok popülerdi ve büyük umutlar bağlanıyordu. Fakat 1979 yılında Amerika’nın Pensilvanya eyaletindeki reaktörde meydana gelen ilk ciddi kaza nükleer enerjiye olan ilgiyi bir nebze azalttı. 1986 yılında da nükleer enerji üretiminin en korkunç kazası Çernobil kazası gerçekleşti. Bu tarihten sonra nükleer enerjinin inişe geçtiğini görmekteyiz. Artık bu tarihten itibaren bu enerji kaynağı sorgulanmaya toplumsal maliyetleri araştırılmaya başlanır.

2000’li yıllara geldiğimizde ise insanlar sera gazı salınımıyla birlikte dünyanın ikliminin değişerek ısındığını ve bu ısınmanın eğer önü alınmaz ise korkunç sonuçlar doğuracağının farkına vardılar.  Bu nükleer enerjiyi tekrar gündeme getirmiştir. Çünkü nükleer enerji, yenilenebilir enerji kaynakları (güneş ve rüzgâr)hariç sera gazı salınımı hemen hemen sıfır olan tek enerji türüdür. Ayrıca yenilenebilir enerjiler iklimsel koşullara bağlılar. Ancak nükleer enerji her zaman emre amade olup sera gazı salınımına yol açmadığı için de çevreye zararsızdır. Bu düşünceler adeta nükleer rönesansa sebep olmuştur. Ancak bu rönesans da çok sürmez ve 2011’de Fukuşima‘da meydana gelen kaza yine bir duraklamaya sebep olur.

Dünya üzerinde nükleer enerjinin keşfedilip, günümüze kadar kullanım durumunu tarihsel olarak kendisinden dinlediğimiz Prof. Dr. Atilla Özgener, bu enerji türünün elektrik üretiminde kullanımına dair bilgiler de verdi. Sırasıyla fosil yakıt, akarsu ve nükleer enerji kullanılarak üretimi yapılan elektrik enerjisi için yaygın yöntem fosil yakıttır. Ancak bu yöntem karbondioksit salınımını artıran bir yöntemdir. 2010 yılı rakamlarına göre dünya elektrik üretiminin % 67’si fosil yakıt, % 16’sı hidroelektrik santral, % 13’ü de nükleer enerji ile yapılmaktadır.

Bu enerjiyi en çok kullanan ülkeler ise Amerika, Fransa, Japonya, Rusya, Hindistan, Kanada ve Çin’dir. Şu anda dünyada 31 ülkede nükleer enerji üretiliyor ve aktif veya atıl olarak bulunan 437 adet reaktör buluyor. 65 adet reaktör ise inşaat halindedir. Nükleer enerjinin yakıt maliyeti çok düşük olmasına rağmen yatırım maliyeti oldukça yüksektir. Bu sebepten santral kurma işine daha çok devletler ya da büyük özel şirketler girmektedirler.

nükleer3

Atilla Özgener bize bir nükleer reaktörün çalışma prensiplerine dair ayrıntılı teknik bilgiler de verdi. Geçmişten bu yana yaşanan kazalarla değişen uygulamaları kendisinden dinlediğimiz Özgener, bu enerji kaynağının en büyük handikabını oluşturan atık sorununa karşı yapılan çalışmaları da ortaya koydu. Ülkemizin nükleer enerji hususuna eğilen ilk ülkelerden biri olduğunu söyleyen Özgener, ülkece girişim yapıp kesintiye uğrayan projelerden ve şu andaki çalışmalar hakkında bilgiler verdi.

Özgener sunumunda nükleer enerjinin pozitif ve negatif yönlerini de dile getirdi. Pozitif yönleri olarak fiyat istikrarı, arz güvenliği, küresel ısınmanın çözümü olması, kapasite faktörü, kaynak eşitliği sağlaması, ülkeleri yüksek teknolojiyle tanıştırıp devletlerarası hiyerarşide sınıf atlatmasını sayarken, negatif yönleri olarak da atık sorunu ve nükleer kazalara işaret etti.

Her toplumun bu sayılanlara göre muhasebesini kendisinin yapacağını ifade eden Prof. Dr. Atilla Özgener bu sözlerle kapsamlı ve ufuk açıcı sunumunu bitirdi.

Sunumun ardından katılımcılardan gelen sorular da konuğumuz tarafından cevaplandı.

nükleer4

 

Platformunuzu seçin ve paylaşın.